20 Şubat 2014 Perşembe

ŞEYH HASAN OCAĞI (Şeyh Ahmed Dedeler) ve AŞİRETİ – ŞEYH HASAN (Sultan) ONAR OCAĞI



Bu çalışmada Anadolu da yer alan Şeyh Hasan ismi ile ilgili bilgi ve bulgular paylaşılacak olup “Şeyh Hasan” ismi adına ortada yaratılan yanlış bilgi kirliliğini elimizden geldiğince kaynaklardan derleyerek düzeltmeye çalışacağız.
Şeyh Hasan ismi Anadolu da birden fazla kişi için isim olarak kullanılmıştır. Kimisine ait türbe, kimisine ait ise ocaklar bulunmaktadır. Bunlardan bazıları Şeyh Hasan Rezzaki, Şeyh Hasan Ezraki, Şeyh Hacı Hasan, Şeyh Hasan Kemahi ve Şeyh Hasan Onar gibi ulaşabildiğimiz “Hasan” ismini kullanan şahıslara aittir. Fakat araştırıp gördüğümüz üzere iki tane önemli Şeyh Hasan ocağı vardır. Bunlar;
1-      Şeyh Hasan Ocağı ve Aşireti (Şeyh Hasan Rezzaki ve kardeşi Şeyh Ahmed Tavil Dedeler)
2-      Şeyh Hasan (Sultan) Onar Ocağı.
Bu çalışmada her iki ocağın birbirlerinden farklı iki yapı olduklarını ve şecerelerinin farklı olduklarını göstereceğiz.
 
1-      ŞEYH HASAN (Şeyh Ahmed Dedeler) OCAĞI ve AŞİRETİ
Şeyh Hasan Ocağı ve Aşireti Şeyh Hasan Rezzaki ve kardeşi Şeyh Ahmed Tavil adlı iki kardeş dededen oluşmaktadır.  Bu iki kardeş dedenin mezarları Elazığ, Baskil, Tabanbükü’ne bağlı Şeyh Hasan köyünde bulunmaktadır. Ayrıca köyde aynı soydan gelen derviş ve Seyyitlerin mezarları da mevcuttur. Şeyh Hasan Ocağı ve Aşireti (Şeyh Hasan Rezzaki ve kardeşi Şeyh Ahmed Tavil Dedeler) Mürşid ocağı olarak Ağuiçen Mürşid Ocağına bağlıdırlar. Ocağın talipleri arasında Kürt, Türk ve Zazalar bulunmaktadır.
Köy Selçuklu zamanında kurulmuş olup bizzat Sultan Alaeddin Keykubad tarafından Şeyh Ahmed Dede'ye vakfedilmiştir. İşte Şeyh Hasan Köyü'nün Vakfiyesi:
Vakf-ı Zaviye-i Şeyh Hasanlu tabi-i nahiye-i Muşar nam-ı diger Seyyid ki merhumü’l-mağfürleh Sultan Alaaddin (Alaeddin Keykubad) nevverallahu merkadehu iki başın bile vakf eylemiş.
  Karye-i Şeyh Hasanlu tabi-i Muşar. Tamam malikane ce canib-i divani. Hasıl 178
  Mezra-i Özbek tabi-i nahiye-i m. İki başı. Hasıl 312
  Mezra-i Beyru tabi-i nahiye-i mezbure. Hasıl 200
  Mezra-i Üç Bölük tabi-i nahiye-i mezbure. Hasıl 200
  Mezra-i Hori tabi-i nahiye-i mezbure. Hasıl 200
  Yekun 1090

Zikr olan karye mezari’in tamam malikaneleri ve canib-i divanileri Merhum Seyyid Ebu'l Vefa Tacü'l-Arifiyn Kaddesallahu sırrahu'l aziz evladından Şeyh Ahmed Tavil (Şeyh Ahmed Dede) el-mülakkab Tecemi nevverallahu merkadehunun vakf idügi merhum Sultan Alaaddin’in iki yüz seksen dört yıl tarihle müverrah vakıfnamesi ve sonra şuhud-ı udul şehadetleri ile bir defa dahi sabit olduğunı yüz otuz dört yıl tarihle müverrah şer’i hüccetleri ve sahih murabbaa’at-ı sultaniyeleri olduğundan gayrı min zalikü’z-zaman ila hazel’-an bila-fasl vakfiyet üzere tasarruf etdüklerine cemm-i gafir min el- müslimin şehadet eyledükleri ecilden ber karar-ı sabık defter-i cedide vakf-ı mukarrer kaydolundı.[1]

ŞEYH HASANLU KÖYÜ - 1560 TARİHLİ TAHRİR KAYDI

Malatya Sancaginin Musar bucagina bagli olan Seyh Hasanlu köyü ile mezrasi Birmelik hakkindaki resmi tahirir kaydi:
 Karye-i Şeyh Hasanlu maa mezraa-i Horik ve Üçbölük ve mezrraa-i Veledi, tabi-i Muşar, hass-ı şahi
 Neferan 166
 Hane 105
 Çift 18,5
 Ekinlu 3
 Bennak 65
 Mücerred 61
 Mezra-i Birmelik, der nezd-i karye-i m., tabi-i m., hass-ı şahi
 Hasıl 300
 “Karye-i mezburda Şeyh Ahmed Tavil nam aziz mefdun olub ibtida feth-i hakanide kitabet olunan vilayet defterinde mezar-ı mezbureye vakıf yazılmayub ve reayasından kimesne muaf kayd olunmayub sonra sadef-i piri vilayet kitabet eyledükde vakıf defterinde mezkur köy ile dört pare mezra-i mezbureyi vakıf kayd eyleyüb ve yigirmi sekiz neder kimesne içün muafdır deyu şerh verüb amma mufassal defterinde mezariyi kayd itmeyüb ancak karye-i Şeyh Hasanlu’nun iki başun vakıf yazub ve on üç nefer kimesneyi muaf eyleyüb ellerine suret-i defter vermiş ve dergah-ı mualladan vilayet defteri mucibince deyu otuz bir nefer kimesne muaf olmak içün hükm-i şerif sadef olumuş, bade haliya nişancı olan Mehmed Beg Efendi’yle bu kulları vilayet-i mezbureyi kitabet eyledüklerinde mezkur taife vakıf defteri suretin ifna idüb ancak mufassal defter suretiyle karye-i Şeyh Hasanlu’yu talep itdüklerinde ibtida defterde timar olub sonra sadef-i piri vakıf yazduğı vukuu üzere der devlete arz olundukta hassa-i hümayuna kayd olunması buyurulub nihayet yol üzerinde olub ayende ve revendeye hizmet eyledükleri mukabelede eski defter mucibince on üç nefer kimse emri şerifle muaf yazılmış idi.
                Sonra Ahmed Paşa zamanında mezkurlar Haleb’e gelüb şart ve şekavet eyledüklerinde girü vakıfları virilmeyib amma otuz altı nefer kimesne içün sahih-i mezkur-ı azizin evladındandır deyu niza eyledüklerinde ol otuz altı nefer muaf olmak içün hükm-i şerif verilmiş.
                Haliya teftiş olundukta Kara Baba’dan aşağı yazılan yüz yirmi yedi nefer kimesne cümlesi hukuk ve rüsum virmeyüb ve sabıkan ol dört mezrayi köy yeridür deyu ifna edüb ancak köyü taleb idüb virilmeyüb hass olacak ellerinde olan eski vakıf defteri mucibince inayet olunan hükm-i şerifi ibraz idüb ol dört mezra has oldı deyu hılaf-ı defter-i hakani anları tasrif idüb ve köyün olanca yerin dahi ol mezralar yeridür deyu niza eyleyüb zikrolunan yüz yirmi yedi nefer kimesne muaf olmağa  Müstehak-ı sülehadan olmak değil, daima fitne ve fesatdan hali olmayub ve haramzadelerin himayet eyleyüb ehl-i örf eline virmedükleri baisden mezralar emr-i sabık mucibince karye-i mezbur ile hass-ı hümayuna kayd olunub ve muafiyetleri ahvali yazulmayub mezkuk konuldu. Beher hal der devlete varub şikayet itmeleri muarızdır; her nice ferman olunub emr-i şerif inayet olunursa mucibiyle amel olına.[2]

 ŞEYH HASAN KÖYÜ'NDEKİ TÜRBELER VE TEKKELER:
1) Şeyh Ahmed Dede Türbesi ve Tekkesi
2) Hızır Türbesi
3) Teslim Abdal Türbesi ve Tekkesi
4) Derviş Muhammed (Mehemmed) Türbesi ve Tekkesi
5) Derviş Ali Türbesi
6) Kul Mustafa (Gül Mustafa)Türbesi
7) Kalender (Galender) Abdal Türbesi
8) Gevher Hatun (Güher Ana) Türbesi
9) Hasan Emiki (Arap Baba/Kara Şıh) Türbesi
10) Şeyh Ahmed’in 9 Oğlunun toplu (mezarı) Türbesi
11) Şeyh Ahmed’in soyundan gelen onlarca dedeye ait türbe ve mezarlar.

  SEYH AHMED DEDE SOYUNDAN GELENLER (SEYH HASAN KÖYÜ)
Şeyh Ahmed Dede ile kardeşi Şeyh Hasan’ın yatırları Şeyh Hasan Köyü’ndedir. Bir rivayete göre Şeyh Ahmet Dede’nin sekiz oğlu olup bunlardan yedisi kendi sağlığında hakkın huzuruna ermişlerdir. Geriye Emir El Mümin isminde bir oğlu kalmıştır. Emir El Mümin’den dört çocuk olmuştur:
·         Seyid Ahmet
·         Şeyh Davut
·         Şeyh Cüneyt
·         Şeyh Şemseddin dir.
 
Nazmi Sevgen; “Efsaneden Hakikate” adlı[3] 1951 yılında yazdığı makalede “Sultan (Alaeddin Keykubat), hemşiresini Şeyh Hasan Dede’ye vererek onu (Konya’dan) aşiretiyle beraber şimdiki eski Malatya’ya sevk ve o civara iskân etmiştir. Bu hadise 1232 M-630 H. tarihe tesadüf eder,” diye yazmaktadır. Bu anlatılan hikâye bizim bölgede yaptığımız söylencelerle çelişmektedir. I. Alaeddin Keykubat, kızkardeşini Şeyh Ahmed Dede’ye vermiştir, Şeyh Hasan’a değil. 
 
Şeyh Ahmed Dede’nin mezarının yer aldığı türbe, Elazığ İl’i Baskil İl­çesi, Şeyh Hasan Köyü’nde, Garipler Mezarlığı’nda bu­lunmaktadır. Dikdörtgen planlı olan türbenin giriş kapısı üzerinde bu­lunan mermer bir levhada “Pir-î Pirân serçeşmey-i Mürşidan Hoca Ahmed Yesevî D.1103-Ö.1163″ yazısı yer almaktadır. Türbe içerisinde Şeyh Ahmed Dede’nin (sonradan mermerden yapılmış) baş şahidesi üzerinde: “Hz. Ali Oğlu Celal Abbas neslinden Horasanlı Hoca Ahmed Yesevî  D.( 1103-Ö.1166)” yazısı bulunmaktadır. Yanındaki mezarın ise kardeşi Şeyh Hasan isimli zata ait olduğu söylenmektedir.
Söylenceye göre; Şeyh Ahmed daha çok Alevi öğretisi’yle ilgilenmiş, tekkesini bir okul gibi eğitim yuvası haline getirmiştir. Osmanlı Arşivlerinde Şeyh Ahmed adı Şeyh Ahmed Tavil olarak geçmektedir. Tavil uzun anlamında olduğu için: “Uzun Ahmed Dede” denmekteymiş. Şeyh Ahmed Dede; kına yakılmış gibi kiremit renginde uzun saç ve sakalı olduğu içinde aynı zamanda; “Kızıl Ahmed Dede  ve “Kızıl Şah Ahmed Dede” ya da  “Ulu Şıh Ahmed” adıyla da anılmaktadır. Torunlarından ünlü ozan Teslim Abdal dedesi için şöyle demektedir: 
 
 “Adın Şah Ahmed Tavil-i tubi dedesin
 Şahı Merdan Musa Kazım Abbas neslisin
 Hâce Ahmedi Yesevi Rum Halifesisin
 İn ziyaret eylen Şah Ahmed Dede’yi “ 

             1560 Yılına, Kanuni Dönemine ait Malatya Tapu Tahrir Defteri’ndeki belgeden anladığımıza göre; Başlangıçta tımar olan bu köy, daha sonra “Şeyh Ahmed Tavil Vakfı”na verilmiştir. Muhtemelen Yavuz Selim sonrası ise; yöre “hâss-ı şâhi” olarak ayrılmıştır. Yani yörenin yılık geliri “yüz bin Akçe”nin üzerinde olduğu için devlet büyüklerine bu araziler verilmiştir. Bu şahısta o dönemde Nişancı Mehmet Beğ’dir. Bu duruma Şeyh Ahmed soyluları itiraz etmişler. Yine o dönemde; Şeyh Hasan Köyü ve 4 Mezrasıyla birlikte vakıf olup, 105 hanedir. Vakıf sahibleri olanlardan başlangıçta 2 haneden 13 kişi Şeyh Ahmed soyundan olduklarıiçin vergiden muaf tutulmuşlardır. Daha sonra ise 36 kişi Şeyh Ahmed soylu olduklarını ispat ederek Halep’te Ahmed Paşa zamanında muaf tutulmuşlardır.[4]

Şeyh Hasan Köyündeki Diger Aileler
Selvitopu, Kurt, Karadeniz, İlboğa, Artıklar, Gök, Yancıoğlu, Kanberağaoğlu, Ulutaşlardır..[5]

MENKABEVÎ HAYATI
 
  Şeyh Ahmed Dede ile İlgili tesbit ettiğimiz en önemli menkıbe onun Horasan’dan geldiğine ve bir Yesevî dervişi olduğuna dairdir. Bu konuda bilgisine başvurduğumuz köyün en yaşlısı doksan yaşının üzerinde, 1890 doğumlu, “Haççe Ana” olarak anılan Hatice Gültekin bize şunları anlatmıştır. “Ben burada doğdum ama aslımızı sorarsan, aslımız Selçuk… Selçuk’tan, Nişabur’dan, Horasan’dan gelmedir. Ceddimiz, Garipler Mezarlığı’nda türbesi bulunan Şeyh Ahmed Dede ile birlikte buraya gelmişler, Şeyh Ahmed (Dede) Yesevî’nin Horasan’dan atmış olduğu yanmış, köseği(18)Fırat’ın kenarına düşmüş, burada güvermiş, ced­dimiz Şeyh Ahmed Dede de, kardeşi Şeyh Hasan ile birlikte burayı vatan tutmuşlar” demektedir. [6]

ŞEYH AHMED DEDE ŞECERESİ

Hicri/1106 (Miladi/1695) senesinde Kerbelâ Nakibü’l-Eşrâfı ve Bektaşî Dedesi Yahya Dede ile Necef'teki Bektaşî Postnişini İsa Dede tarafından yazılıp Şeyh Hasan Köyü'ndeki Derviş Mustafa'ya verilen şecerede Şeyh Ahmed Dede'nin babadan oğula soyağacı şu şekildedir: 
  • Seyyid-i Arâb Ebul Fadl Abbas (Rasûlullah’ın amcası ve Muhacirlerin sonuncusu)
  • Seyyid Ebû Muhammed Fadl (Rasûlullah’ın üzengi arkadaşı)
  • Seyyid Şeyh Amir
  • Seyyid Şeyh İmadûddin
  • Seyyid Şeyh Halil
  • Seyyid Şeyh Tâceddin
  • Seyyid Şeyh Fadlullah
  • Seyyid Şeyh Gıyaseddin
  • Seyyid Şeyh Mâlik
  • Seyyid Şeyh Kemâleddin
  • Seyyid Şeyh Tâlib
  • Seyyid Şeyh Zeyneddin
  • Seyyid Şeyh İsmail
  • Seyyid Şeyh Abdullah 
  • Seyyid Şeyh Kasım
  • Seyyid Şeyh Muhammed
  • Seyyid Şeyh Hasan
  • Seyyid Şeyh Hüseyin
  • Seyyid Şeyh Ahmed Tâvil-i Tûbî
Şecereden anlaşıldığı üzere Şeyh Ahmed Dede evlatları Cenabı Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem’in amcaoğulları, dedesi Abdülmuttalib’in evlatları ve Ehl-i Beyt’indendir. Kureyşî, Haşimî ve Abbasî’dirler.[7]

SEYYİD EBUL VEFA VE ŞEYH HASANLU KÖYÜ

Osmanlı Arşivlerinde Şeyh Hasanlu Köyü'nde Seyyid Ebul Vefa Tekkesi olduğu ve bu köydeki seyyidlerin Seyyid Ebul Vefa evladından olduğu zikrediliyor. İnşaallah en kısa zamanda belgelerin tam halini arşivlerden alıp yayınlayacağız
  1 Tarih: 05/C /1102 (Hicrî) Dosya No:23 Gömlek No:2725 Fon Kodu: İE.EV..
 Malatya kazasının Meşar nahiyesinde asude olan Şeyh Ebulvefa Tekyesi zaviyedarı Malatya'ya tabi Şeyh Hasanlı karyesiyle Mezraa-i Çivril ve Üçbölük ve Erdek ve Şelo'nun zaviye-i mezkure evkafından olup tekâliften muafiyetini iddia etmekle kaydına bi'l-müracaa bunların Şeyh Hasanlu karyesinde medfun Şeyh Ahmed Tavil mezarına vakf edildiklerinden reayanın 1067 tarihli ferman mucebince tekalifden muaf tutulması hakkında Malatya kadısına hüküm yazılmak üzere tastir olunan tezkire.
                2 Tarih: 29/Ra/1117 (Hicrî) Dosya No:125 Gömlek No:6210 Fon Kodu: C..EV.. 
 Malatya'ya muzaf Şar (Muşar Olması Lazım) nahiyesinde Seyyid Şeyh Ebulvefa Zaviyesi Vakfı zaviyedarlığı. g.tt
 3 Tarih: 29/M /1191 (Hicrî) Dosya No:631 Gömlek No:31841 Fon Kodu: C..EV.. 
                Malatya'nın, Muşar nahiyesine tabi Şeyh Hasanlu Köyündeki zaviyede sakin Şeyh Ebul Vefa ve Şeyh Ahmed Tavil evladlarından isimleri yazılı yirmi beş Seyyid'in tekaliften (Vergiden) muafiyetleri. g.tt[8]

SEYYİD EBUL VEFA'NIN SOY VE TARİKAT ŞECERESİ

Tacü'l-Arifiyn Seyyid Ebul Vefa Bağdadî hazretlerinin neseb (soy) şeceresi şu şekildedir:
·         Seyyid-i A'rab İmam Ali Mûrtezâ -Kerremallahu Veche-
·         Seyyid-i Şûhedâ İmam Hüseyin fi deşt-i Kerbelâ
·         Seyyid-i Seccâd İmam Zeynel Abidîn
·         Seyyid-i Haşimiyyûn İmam Zeyd Şehîd
·         Seyyid Hüseyin Züddem'a
·         Seyyid Yahya Ardeşirî
·         Seyyid Hasan Zâhid
·         Seyyid Muhammed Zâhid
·         Seyyid Ebul Kasım Hüseyin
·         Seyyid Muhammed
·         Seyyid Ali
·         Seyyid Zeyd
·         Seyyid Muhammed
·         Seyyid Muhammed Arizî
·         Seyyid Ebul Vefa Muhammed Bağdadî Tacül Arifîn

            ŞEYH HASAN DEDE (REZZAKİ)
Bölge üzerinde araştırma yapıldığında birçok Şeyh Hasan ismine rastlanılmaktadır. Başlıca Şeyh Hasan ile ilgili olan isimler şu şekildedir;
Şeyh Hasan Rezzaki
Şeyh Hasan Ezraki
Pir Hasan Zerra(k)fi
Şeyh Hacı Hasan Baba
Şeyh Hasan Kemahi
Şeyh Hasan Onar gibi…

Bizim burada ele alacağımız şahıs Şeyh Hasanlı Aşireti ve Ocağına İsim veren Şeyh Ahmed Tavil’in de kardeşi olarak geçen Şeyh Hasan Dede (Rezzaki)’dir. Şeyh Ahmed Dede Yanında yatan Şeyh Hasan Dede (Rezzaki)’nin Şeyh Ahmed Dedenin babası ya da oğlu olması ihtimalide söylencelerde geçmektedir. Elimize geçen bazı belgelerde kardeşi olduğu yönünde anlatımlar mevcuttur.

Sayın İsmail Onarlı Şeyh Hasan ismi üzerinden şu bilgileri vermiştir;
Şeyh Ahmet türbesi moloz taşlardan yapılmış kargir, içten tonoz­lu kubbeli bir yapıdır. Mezarlardan biri Şeyh Ahmet'e diğeri oğluna ait­tir. Aşan'ın belirtiği gibi Şeyh Hasan'a ait değildir. Şeyh Hasan'ın tür­besi arapgir Onar köyündedir. Kendisinin de belirttiği Hicri 1301 (1885) tarihli Mamuratü’laziz Salnamesinde yazılı “Şeyh Hasan Rezzakî” isimli zatla, Şeyh Hasan köyünün kurucusu Şeyh Hasan ile bir ilgisi yoktur. Köy­ün kurucusu Şeyh Hasan, 1204 yılından bu yana Selçuklu ve Osmanlı belgelerinden bilinmektedir. Osmanlılarda ilk Salname 1847 yılında çıkarılmış­tır ki Sayın Aşan'ın belirttiği tarihle gerçek Şeyh Hasan arasında 600 yıl bir zaman farkı vardır.[9]

 Yeni bir belge çıkıncaya kadar Şeyh Hasan Dede (Rezzaki)’yi, Şeyh Hasan Ocağına ismini veren Şeyh Hasan Ahmed Dedenin kardeşi olarak sunacağız. Aşağıdaki dörtlükte Seyyid Teslim Abdal’ın Şeyh Hasan ismi ile Şeyh Hasanlılar Ocağının anılmasını anlatan deyişinde Şeyh Hasan Dede (Rezzaki) için sözleri mevcuttur, buda kardeşi olduğu yönündeki savı destekler niteliktedir fakat Şeyh Hasan Tabanbükü’nde yer alan mezarda ismi yazmaması burada kuşku bırakmaktadır;

Dinleyin bu nefesi habl-ül veridir
İn ziyaret eyle Şıh Ahmed Dedeyi 
Kırkların içinde Server-i velidir
İn ziyaret eyle Şıh Ahmed Dedeyi 

Kardeşi Şıh Hasan adı söylensin 
Bahr-iyle ummanları boylansın 
Yüzün gören Beytullahı neylesin 
İn ziyaret eyle Şıh Ahmed Dedeyi 

Daim batından görülür yüzün 
Yusuf ile bile yorulur düşün 
On iki İmamların serçeşme başın 
İn ziyaret eyle Şıh Ahmed Dedeyi 
 
Şıh Ahmet adındır Tavil-i Tubî mahlasın
Şah-ı Merdan Musa-i Kazım Abbas neslisin 
Hace Ahmed-i Yesevî Rum halifesisin 
İn ziyaret eyle Şıh Ahmed Dedeyi 

 Teslim Abdal der Şahım iyi buyurmuş 
Evvel-ahir imamların soyu buyumuş 
Kaddas Allah sırr-ı hakikat evlat buyumuş 
İn ziyaret eyle Şıh Ahmed Dedeyi’’ [10]

Şeyh Hasan Dede hakkında Doç. Dr. Beşir AŞAN verdiği bilgiler şu şekildedir;
                Şeyh Ahmed Dede’nin yanında yer alan kardeşi Şeyh Hasan’a ait olduğu söylenen mezarın şahide taşları üzerinde kitabe bulunmamaktadır. Ancak H.1301/M.1883 tarihli Mamuretü’1-aziz Salnamesi ve diğer bazı sal­namelerde bu şahsın “Şeyh Hasan Baba” veya “Şeyh Hasan Rezzakî” isimleri ile anıldığını görmekteyiz.[11]
 Ahmet Yesevi isminden de anlaşılacağı üzere Yesevi tarikatına mensup bir şeyhtir. Kitabeye göre 1103 yılında doğmuş, 1163 yılında vefat etmiştir. Doç. Dr. Beşir AŞAN bu köy hakkında yaptığı bir araştırmada Hatice Gültekin isimli ve 1890 doğumlu köy halkından olan bir kadından bize şu bilgileri aktarmaktadır. Hatice Gültekin; "Ben bu köylüyüm, burada doğdum ama, aslımız Selçuk. Nuşabur'dan, Horasan'dan gelmedir. Ecdadımız Garipler Mezarlığı'nda bulunan Şeyh Ahmet Yesevi ile birlikte buraya gelmiştir.
Şeyh Ahmet Yesevi Horasan'dan atmış olduğu yanmış köseği (odun) Fırat kenarında bugünkü köyün yerine düşmüş, burada göğermiş, o'da ecdadımızla birlikte burayı vatan tutmuşlar." Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi köy halkı Horasan'dan gelen bir Türkmen boyundandır. Büyük bir ihtimalle Keban Ilçesi'nin Gökbolen Köyü'nde bulunan "Pir Hasan Zerrafi" ile aynı yıllarda yaşamışlardır. Ahmet Yesevi, aynı tarikata bağlı kişilerle birlikte bu köye gelerek burayı vatan tutmuşlardır. Bu ifadelere göre onun doğum yeri Horasan'dır. Ahmel Yesevi ismine ge­lince; Yesevi Tarikatı'nın kurucusu Ahmet Yesevi isminin bu zatta bulunması tesadüfi değildir. Bi/cc babasının Yesevi'ye bağlı bir mürid olması nedeni ile bu isim verilmiş olabilir.

Ayrıca Günerkan AYDOĞMUŞ' un yazmış olduğu. Harput Kültüründe DİN ÂLİMLER adlı eserinde onun Ahmet Yesevi'nin soyundan olma ihtimali de vardır. Kardeşi Şeyh Hasan'da tıpkı kardeşi gibi aynı tarikatın şeyhidir. Pir Hasan Zerrafi'de olduğu gibi onun isminin sonuna da tarikat geleneğince "Rezzaki" sıfatı eklen­miştir, bu köye ismini verdiğine göre o da önemli bir şahsiyettir. Bu zatlar hakkında elimizde maalesef geniş bir bilgi bulunamamaktadır.[12]

Yöre üzerinde araştırma yapan Yrd. Doç. Dr. Abdulkadir Kıyak’ın “HALK DİNDARLIĞI BAĞLAMINDA KUTSAL MEKÂN ANLAYIŞI -Baskil Örneği-“ adlı araştırmasında da aynı şekilde veriler gözükmektedir;

Rivayete göre Şeyh Ahmed Dede, Ahmet Yesevi’nin halifelerinden, halim, selim, çok uzun boylu ve bilge bir kişidir. Bir gün hocası ona, “Boyun kadar ulu olasın, soyun sopun ebedi tavil (uzun) ola, bundan böyle sen de Şeyh Ahmed Tavil olarak çağrılasın.” diye dua eder ve ocakta yanan dut köseğisini alarak fırlatır. Hocası Şeyh Ahmed Dede’ye “Sana destur ve nasip verdim. Git bu köseğiyi bul, orası senin yurdundur” der. Bunun üzerine Şeyh Ahmed Dede hocasının elini öpüp niyaz eder ve kardeşi Şeyh Hasan’la birlikte yola koyulurlar. Fırat Nehri’nin kıyısına düşen köseğiyi bulan Şeyh Ahmed Dede buraya tekkesini kurar. Kardeşi Şeyh Hasan’a izafeten köye de Şeyh Hasan ismini verir.[13]
Yalnız buraya bir şerh koyarak Şeyh Hasan Ocağı ve Aşireti (Şeyh Hasan Rezzaki ve kardeşi Şeyh Ahmed Tavil Dedeler) ‘nin şecerelerinde Türkistan Piri Hoca Ahmet Yesevi’ye bağlı olduklarının gösteren bir isme ya da belgeye rastlanılmamıştır. Büyük ihtimalle Şeyh Ahmed Dede’ye takılan bir lakap olduğu kanısındayız. Yoksa tarihi belgelerde Ahmet Yesevi’nin Anadolu’ya geldiğiniz gösteren bir bilgi ve belgeye ulaşılamamıştır.
Şeyh Ahmed Dede’nin kardeşi Şeyh Hasan Dede hakkında daha detaylı bilgiye ulaşılamamıştır. Tarihi belgelerde H.1301/M.1883 tarihli Mamuretü’1-aziz Salnamesi ve diğer bazı sal­namelerde bu şahsın “Şeyh Hasan Baba” veya “Şeyh Hasan Rezzakî” olarak geçtiğinden ilerleyen tarihlerde yeni bilgi ve bulgu ortaya çıkıncaya kadar kardeşi olarak yayınlanacaktır.

 DERSİM ŞEYH HASANLI OCAĞI VE AŞİRETLERİ
Bugün elimizde olan bilgiler ışığından Dersim ve yöresinde yer tutup yayılmış olan Şeyh Hasanlı Konfederasyonunun ellerinde bulunan şecere ve tarihi belgelerde bugün ki Elazığ, Baskil Merkezli Şeyh Hasan Köyünde yaşamış olan Şeyh Hasan Ocağı ve Aşireti (Şeyh Hasan Rezzaki ve kardeşi Şeyh Ahmed Tavil Dedeler) den geldikleri bilinmektedir.
Araştırmacı Ali Yaman Esasen Dersimliler de asılların şu suretle anlatmaktadırlar:
Bundan 1200 sene kadar evvel Horasan’dan kalkan (Ahmet Yesevi) Malatya civarındaki bir yere gelmiş ve burada kendi adını verdiği bir köy kurmuştur. Bunun oğulları (Şeyh Hasan ve Seyit Ali aileleri) adını almışlar ve Dersim’in yüksek yaylalarına dağılmışlardır. 

Nesilleri çoğalarak Şeyh Hasan’ın Karabal, Abbas, Ferhat adında üç oğlu olmuş ve bunlardan da Karaballı, Abbas ve Ferhat uşakları ve Seyit Ali’nin oğullarından da Koç, şam, resik uşakları türemiştir.[14]
Dersimde yerleşmiş olan bu aşirete literatür de Geç Dersim’liler de denilmektedir. Şeyh Ahmed (Tavil) Dede soyundan gelen iki kardeş olan Şeyh Hasan (2. Yâda Küçük Şeyh Hasan olarak bilinir) ve kardeşi Seyyid Ali büyük ihtimal Çaldıran Savaşı sonrası Dersim’i yöre olarak tutmuşlar ve buraya yerleşerek ocaklarını kurmuşlardır. 

İngiliz Konsolosu J. G. Taylor (1868) hâlihazırda Şeyh Hasan Aşiretinin aslen Horasan'dan olduğu ve Dersim'e yakın zamanda Malatya yakınındaki Akçadağ bölgesinden geldiği söylenmiştir.[15]

Dersimli Şeyh Hasanlılar hakkında birçok yazarın söylemleri bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir;
Şeyh Ahmed Dede evladı Sultan Seyyid ailesinin mensubu Seyyid Kemal Ocağı, Bodik Şeceresini muhafaza eden ailedir, bununla beraber bu ocaktan olan Pir Koca Salih(Sori) bölgede namı olan büyük zatlardandır. Şeyh Hasan Baba'nın torunu;  Şeyh Ahmet Dede'nin evlatlarından olan Şeyh Hasan ile Seyyit 2 kardeş olarak dersimde kızılbaşlık öğretisini yayanlar olmuşlardır.

Ve Şeyh Hasan kolundan Karabali evladı Ozan Haydari(Hüseyin Çelik)Dede Ayhan Aydın'ın Ozanlarımız isimli kitabında bu konu ile şu sözleri sarf etmiştir:

Ovacığın Kocasürü (Kocosori) Köyü’nde Horasan’dan geldiğimiz ve Şeyh Ahmed evladı olduğumuzdan şeceremiz de mevcuttur. Biz On İki İmamlar’ın, Hünkâr Hacı Bektaşi Veli erenlerin doğrultusuna bağlıyız ve inançlıyız, bunu da sonuna kadar devam etmesini dilerim. Şecere cetlerimizden geliyor, Şeyh Hasan evlatları olarak geçer. On iki aşiretin bir babadan geldikleri için şecere mevcuttur.

Şeyh Hasan’ın bugünkü Tunceli yöresinde Dersim Beyi olan bir ailenin kızıyla yaptığı evliliğinden doğan oğlu Selahaddin’in torunlarından Sultan Seyyid adlı bir zatın Tunceli’in BODİK köyünde kurduğu ocağın ve aşiretin adıdır.

Genel olarak bu ocakta Şeyh Hasan Ocağı olarak anılmaktadır. Hozat’ın Dalören Köyü’nün kendi adıyla anılan dağda türbesi olan Sultan Seyyid; 1515-1530 yılları arasında Şeyh Hasan Köyü’nden yöreye gittikleri belgelerde belirtilmektedir. Şeyh Hasan'ın oğlunun diğer torunlarından Şeyh Hasan ise, Tunceli Ağdat Köyü'nde Şeyh Hasan Ocağı'nı kurmuşlardır.[16]

Erzincan Valisi Ali Kemali’ye Göre Şeyh Ahmed Dede Ocağı ve Şeyh Hasanlılar:

             Ali Kemali’nin verdiği bilgilere göre Ocak'tır ama yeri belli değildir. Şeyh Hasan O'nun soyundandır. Malatya (Şeyh Hasan Köyü/Baskil), Erzincan, Tercan ve Tunceli/Mazgirt’te dedeleri bulunur. Şeyh Ahmed Yesevî evlâdındandır. Bütün seyyid ve ocakların serçeşmesidir. Biri Şeyh Hasan, diğeri Seyyid (Şeyh Ali) namında iki oğlu vardır. Bazı aşiretler, bu iki babadan türemişlerdir; fakat o aşiretler beyninde "Seyyid" ünvanı zikredilmez. Her ikisinin soyuna birden "Şeyh Hasanlı" adı verilir. (Ali Kemali, 1932)

Mehmed Zülfü Bey’e Göre Şeyh Hasanlılar:
1896-1926 tarihleri arasında bölgede görev yapan Mehmed Zülfü Bey'in verdiği bilgilere göre Şarki Dersim; Nazımiye, Mazgirt ve Mameki'dir. Bu bölgede yaşayan aşiretler, Moğol istilası önünden kaçarak 40 sene İran hâkimiyetinde kalmışlardır. Uzun Hasan Bey zamanında Diyarbakır havalisinde bulunan aşiretler, Timur Anadolu'ya girdiği zaman Dersim'e yerleşmişlerdir. 
Garbi Dersimliler (Şeyh Hasanlılar) ise ecdatlarının Horasan'da bulunan ve Cengiz istilası ile batıya göç eden Hasan Dede olduğunu söylemektedirler. Hasan Dede Bağdat'tan Konya'ya gelmiş ve burada Selçuklu Hükümdarı Alâeddin'e tabi olmuştur. Bunun üzerine Sultan Alaeddin kız kardeşi Gevher Hatun'u Ahmed Dede (Hasan Dede'nin oğlu olmalı) ile evlendirmiş ve Malatya'da iskân etmiştir. Daha sonraları bu aşiret Dersim'e yerleşmiş ve aşiret reisinin iki oğluna nisbetle Şeyh Hasan ve Seyyidanlı adlarını almışlardır. (Dersim Tarihi)

  Şeyh Hasanlı Yusuf Dede’ye Göre Şeyh Hasanlılar:
1) Hâce Ahmed Yesevî'nin zorlaması veya isteği üzerine Anadolu'ya, birçok Horasan piri göç ederek gelmişlerdir. Bu gelenlerden en ünlüsü Hacı Bektaşi Veli'dir. Hacı Bektaşi Veli'nin dışındaki pirler, Mârifeti bilmedikleri ve anlayamadıkları için, geldikleri yerde birer tarikatlar (Tasavvuf yolları) kurmuşlardır. 
  Bu pirler arasında Elazığ iline bağlı Şeyh Hasan Köyü (Baskil/Eski Malatya)'ne gelen pirlerde bulunmaktaydı. Anlatılanlara göre buraya gelen pirler iki kardeştir. Birinin adı Şeyh Ahmed, diğerinin ise Şeyh Hasan'dır. Şeyh Hasan Baba sadece ismini köye vermiş, evlatları ise Tunceli tarafına gitmiştir. Bugünkü Erzincan, Tunceli ve Erzurum havalisindeki Şeyh Hasanlı aşiretleri bu Şeyh Hasan Baba'nın torunlarıdır. 
  2) Hacı Bektaşi Veli'nin mürşidi Hâce Ahmed Yesevî neslinden bazı şeyhler, bugün Karakaya Baraj Gölü altında kalmış olan Elazığ iline bağlı Baskil kazasının Şeyh Hasan (Şıh Hasan) Köyü'ne yerleştiler. Bunlardan Şeyh Hasan Dede'nin ismi köye verildi. Şeyh Hasan Dede'nin kendisinden sonra gelen çocukları Tunceli yöresine göç ettiler ve orada kaldılar. Şeyh Hasan Dede ile kardeşi Şeyh Ahmed Dede'nin türbeleri köyde idi.  

   Jandarma Umum Komutanlığı’na Göre Şeyh Hasanlılar:
Geç Dersim Aşiretlerinin kendi kökenlerine ilişkin bir geleneği Hace Ahmed Yesevi ile ilişkilendirilen Şeyh Ahmed Dede ile oğulları Şeyh Hasan ve Seyyid rivayetidir. Bu rivayetin yerli yabancı yazar ve seyyahlar tarafından değişik zamanlarda kayda geçirilmiş çeşitli versiyonları mevcuttur. En ayrıntılı versiyonlarından biri 1930’ların başında Jandarma Umum Kumandanlığı tarafından hazırlanmış olan "Dersim" adlı kitapta şu şekilde kaydedilmektedir: 

  "Garbi Dersim'e gelince, bu mıntıkada sakin aşiretler arasındaki tradisyon sudur:
 Ecdatları Horasan'da mukim Şeyh Ahmed Yesevi imiş. Cengiz istilası üzerine Ahmed Yesevi'nin oğlu Şeyh Hasan Dede aşiret halkı ile Irak’a göç etmiş. Orada Abbasi halifesine dehalet ederek iskân edilmiş. Şeyh Hasan Dede bir aralık Hicaz'a ve oradan Mısır'a geçmiş ve Bagdat'a döndüğü zaman o yerlerde kalamayacağını kestirerek aşiret halkı ile Anadolu’ya geçmiş ve Konya Selçukluları'ndan Sultan Alaeddin'e tebaiyet etmiş. Sultan Alaeddin, bir hemşiresini (Kız kardeş) Şeyh Hasan Dede'ye tezviç ederek onu aşiretiyle beraber Malatya civarında iskân etmiş. Bu aşiret Yavuz Sultan Selim zamanına kadar bu mıntıkada kalmış. Yavuz’un Şiilik ile birahmane mücadelesi sırasında korku ile "Dersim"e kaçmışlar. Şeyh Hasan Dede yolda ölmüş. Kebanmadeni kazasının Şeyh Hasan Karyesi'nde defnedilmiş.
 Şeyh Hasan ve Seyyid ismindeki iki oğlu aşiret halkı ile beraber asıl Dersim mıntıkasına göçmüşler. Şeyh Hasan, Hozat ve civarında kalmış. Seyyid, kendi tevabii ile Ovacık mıntıkasına geçmiş. Şeyh Hasan'ın Abbas, Karabali, Kırg ve Ferhat isminde dört oğlu olmuş. Bunların herbiri bir aşiret halinde taazzuv etmiş. Bugün Şeyh Hasanlı Grubu altında Abbas, Karaballi, Ferhat Aşiretleri vardır. Ve esas aşiret grupları olan bunlar da daha küçük kabileler haline inkisam etmişlerdir. Seyyid ismindeki diger kardeşin Koç, Kal, Kav isminde üç çocuğu olmuş. 

Bunlardan Koç’un Şam ve Resik; Kal'ın Bal, Abbas, Persim, Keçel; Kav'ın Beyt, Maksut, Bezgever adlı çocukları olmuş. Zamanla her biri bugün ayni namlarla anılan aşiretleri teşkil etmişler. Bunlardan daha bir takımı küçük gruplara ayrılmışlardır. Garbi Dersim'e bugün hakim nafiz olan aşiretler bunlardır. Bu aşiretlerin her biri dedelerinin Şeyh Ahmed Yesevi olduğunu, Horasanlı ve Türk olduklarını, Malatya'dan hicret ettiklerini ve Şeyh Hasan Dede ismindeki dedelerinin Kebanmadeni'ndeki Şeyh Hasan Karyesi'nde meftun olduğunu bilir ve söylerler. 
Garbi Dersim'i teşkil eden ve Türk olduklarını söyleyen bu aşiretlerin Dersim'in ilk sakinleri olmadığı ve yakın bir tarihte mezkûr mıntıkaya göçtükleri şüphesizdir."

Martin van Bruinessen`a göre Şeyh Hasanlılar:
  Cumhuriyet döneminden önce bu aşiretleri (Dersimli) Kürt ya da Kızılbaş'tan başka bir şekilde adlandıran herhangi bir kaynağa rastlamadım. Erzurum'daki Rus konsolosu Jaba'nın kullandığı 19. yüzyıl ortalarına ait bir Kürt kaynağı, onları (merkezî Dersim'de bir dağın adı ve Dersim'in dağlık bölgesinin tümüne verilen bir ad olan Dujik Baba'dan sonra) Dujik Kürtler olarak adlandırır ve şunu ekler: "Türkler onları Dujik Kürtler ya da basit Kürtler (Ekrad) olarak adlandırırlarken, gerçek Kürtler de onlara Kızılbaş derler."
Dersim'i 1866'da ziyaret eden Diyarbakır'daki Britanya konsolosu Taylor, münhasıran Kızılbaşlar'dan (ama özellikle alt gruplar olarak Şeyh Hasanlı ve Dersimliler'den); bölgeye 1879'da giden Avusturyalı görevli Butyka, Dersim Kürtleri'nden ve daha dar anlamıyla "Seyyid Hasanlı Kızılbaş Kürtleri"nden söz eder. Bununla birlikte, bu aşiretlerden en azından bazılarının yabancı kökenleri olduğunu ima eder görünen sözel gelenekler vardır. 

Seyfi Cengiz`e göre Şeyh Hasanlılar
 Şeyh Hasan-Seyyid kardeşlerin dip dedesi olarak Şeyh Ahmed diye birinden sözedilir. Bu Şeyh Ahmed’in nisbesi bazen Yesevî (Ahmed Yesevî), bazen de Basrî (Ahmed Basrî) olarak geçer ve sık sık birbirine karışır veya karıştırılırlar ki, bu durum uzak geçmişteki köken birliğine işaret eder gibidir. Benim vardığım sonuca göre bunlardan Ahmed Yesevî adı Safeviler’e (Erdebil Ocağı’na), Ahmed Basri adı ise Rifaî tarikatının kurucusu Seyyid Ahmed Kebir Rifaî (Doğ. 1118, Basra-ölm. 23 Eylül 1182)’ye referanstır. 

  Geç Dersimliler kendilerinin bu iki atadan indiklerine inanırlar.
Safeviler’in şeceresinde Ahmed adları bulunmakla beraber, bence bu ad kendinden önceki bir seri kişi içinden simge/sembol olarak ayıklanan, popüler hafıza tarafından en iyi hatırlanan ve sözlü gelenekte zaman zaman ait olmadığı bir geçmişe veya geleceğe yerleştirilen kollektif bir ad olarak düşünülmelidir. Bu iki ocak arasındaki üstünlük savaşı rivayetlerde yeterince açık olarak yansıtılmaktadır. 
  Rivayette büyük Şeyh Hasan’ın Malatya’nın Şeyh Hasan adlı bir köyünde yattığı söylenmektedir. Onun yanında Şeyh Ahmed diye birinin de türbesi vardır ki, onun Ahmed Yesevî olduğuna inanılır. Bu köy Fırat kıyısında olup, Fırat’ın karşı yakasındaki Korucuk köyü ile karşı karşıyadır. Korucuk Köyü'nde ise Hasan Basrî’nin türbesi var. Bu türbe baraj inaşaatı nedeniyle Eski Malatya’ya taşınmış bulunuyor. Bu Hasan Basrî’nin ünlü sufi Hasan Basrî (642-728) olduğu söylense de, bu olasılık bana inandırıcı görünmüyor. Bence o, Şeyh Ahmed’in oğullarından biri olarak tanıtılan Şeyh Hasan olmalıdır. Cedleri veya babaları Ahmed Basrî olduğuna göre oğulları da Hasan Basrî (Şeyh Hasan) ve Ali Basrî (Şeyh Ali) olarak bilinmiş olmalılar. Dolayısıyla Şeyh Hasan köyündeki Şeyh Ahmed de Ahmed Basrî adına referans olsa gerektir. 

Pir Ahmed Dikme`ye göre Şeyh Hasanlılar:
1930 yıllarındaki bir Türk istihbarat raporundan söyle söz ediyor: "Pülümür bölgesindeki yaslı erkeklerin hala Celalettin Harzemsah'a dair efsaneleri hatırladıklarını Büyük Baba Dağı’nın onun mezarı olarak sayıldığını ve bu yüzden aynı zamanda Sultan Baba olarak ta bilindiğini kaydeder." diyen Bruinessen bu olayın doğru olup olmadığı konusunun tartışmalı olduğunu yazadursun, Pülümür kökenli dikme dede Pir Ahmet Dikme 1999 Kasımında "Haykirip Duyuramadiklarim" adını verdiği kitapta konu ile ilgili bakın ne yazıyor: "Moğolların baskılarına dayanamayarak yurdunu terk etmek zorunda kalan Muhammet oglu Celalettin Harzemsah' ta yer yer çarpışarak, batıya dogru ilerler ve bir çatışmada yaralanır. Yaralı olarak dostu ve sırdaş olan Şeyh Hasan'ın yanına gelir ve orada bir Kürt tarafından öldürülür. Öldürüldüğü haberini alan 2. Alaattin Keykubat söyle der "Celalettin Harzemsah bir Kürt babayiğidinin elinde can verdi. Allaha hamdü senalar olsun." (Bilal Aksoy, Tarihsel Süreç içerisinde Tunceli S. 134-135) dediğini aktardıktan sonra Pülümürlü dede Pir Ahmet  Dikme; öyle yazıyor: "iste bu şekilde öldürülen Celalettin Harzemsah, bizdeki kaynaklara göre, beraberindeki oğlu Mehmet'i Şeyh Hasan'a emanet eder.

 Şeyh Hasan evvela saygı duyduğu dostu Celalettin'in na’şını götürüp   Dojik Dagi'nin zirvesine defneder ondan sonra da Celalettin'in oğlunu kendi himayesine alir, üç dört yıl sonra da Mehmet'i kendi kızı ile evlendirir." Harzemsahlarin Türkistan'dan gelen Türkmen boylarından Beydilli Türkmen aşiretine mensup bir kol olduğu da bu yazılanlara eklenirse durum daha açıklık kazanabilir. Pir Ahmet Dikme iste bu tarihsel alt yapıyı bilerek kalkıp söyle yazabiliyor: "Munzur dediği dağin güney yakasında bir tek Kürt yoktur. Orada yasayan Seyh Hasan aşireti tamamen Horasan kökenli Türkmenler' dir. Daha doğuya, Pülümür'e doğru gelindiğinde ise, Areli, Lolanli, Sahvelanli, Kemanli, Çerekanli ve daha birçok aşiret oturmaktadır Bu aşiretlerden hiç biri Kürt değildir. Tamamı Türk kökenli aşiretlerdir. Ben bu konuyu her platformda tartışmaya hazırım." diyor 1937 doğumlu olan Pir Ahmet Dikme Dede. 

İbrahim Bozkurt`a göre Şeyh Hasanlılar
  Dersim'in büyük aşiretlerinden birisidir. Aşiretten fazla bir aşiret konfederasyonudur. Birçok aşiret bu isim altında anılmaktadır. Mistik bir ocak olduğu için her aşiret bu ocağa bağlanmayı bir gereksinim olarak kabul edilmiştir. Federasyon içinde bulunan aşiretlerin Zaza’ca konuşanı da mevcuttur. (Aşiretler Tarihi, S. 272-273)

Dr. Nuri Dersimi'ye Göre Şeyh Hasanlılar:
  Malatya vilayetinin kuzeydoğusunda ve Fırat nehri kenarında Şeyh Hasan isminde bir köy ve bu köyde Şeyh Hasan ismiyle bir ziyaret merkadi vardır. Mezkur köyde bulunan üç-dört aile efradı kendilerini bu evliyanın sülalesinden gelen kimselerden addederler. Ve mezkur ziyaretin ziyaretçilerinden gelen gelire sahiplik ederler. Ve kendilerini bir seyyid makamında saymayıp Şeyh Hasan evladı telakki ederek Alevi ve Dersimli geleneklerinden tamamıyla bağlılıklarını gösterir ve Garbi Dersim'in Şeyh Hasanan ve Seydan aşiretlerinin ecdadının da köylerinde gömülü olan Şeyh Hasan ismindeki zat olduğunu kati surette iddia etmektedirler. 

Dersimliler de yani Garbi Dersim'in Şeyh Hasanlı aşiretleri de aynı kanaat sahipleridirler. Bu vesile ile Alevi tarikatı merasimine istinad edilmeksizin ancak mensup oldukları sülale bakımından bu familya ahfadına hürmet gösterip ve kendilerini Şeyh Hasan evladı bilerek Şeyh Hasan'ın da İmam Zeynel Abidin evladından olduğunu iddia ederek bu sülale evladına ve hatta doğrudan doğruya kendilerine bir de seyyidlik ünvanı takarlar. İşte Şeyh Hasanlı aşiretlerinin baş ocak evladı olan Seyyid Rıza familyası bu sebepten seyyidlik ünvanıyla adlandırılmaktadır.[17]

 2-      ŞEYH HASAN (Sultan)  ONAR OCAĞI
Şeyh Hasan Onar Ocağı bugün Malatya Arapgire bağlı Onar köyü olarak geçmektedir. Burada kendisine ait mezarı ve vakfiyesi yer almaktadır. Şeyh Hasan Onar Ocağı hakkında en geniş araştırmalar İsmail Onarlı ve Dr. İsmail Kaygusuz’a aittir.
Sayın İsmail Onarlı kitap ve makalelerinde “Şeyh Hasan Ocağı ve Aşireti (Şeyh Hasan rezzaki ve kardeşi Şeyh Ahmed Tavil Dedeler) ile Şeyh Hasan Onar Ocağını” birlikte göstermiştir fakat tarihi bilgi ve metinlerde iki ocağın var olan bir bağınız gösteren belge gözükmemektedir.
Şeyh Hasan Onar ile Şeyh Ahmed Dede kardeşi Şeyh Hasan Rezzaki birbirlerine karıştırıldığından dolayı ortaya yanlış anlaşılmalar çıkmıştır.
 
Bu konuda Ali Aksüt’ün yayınladığı bir dokümanda şu bilgiler yer almaktadır;
Şeyh Hasan Köyü, Malatya-Elazığ yolundaki önemli iki geçitten biri üzerinde olup bugün Elazığ İli’ne bağlıdır. Tarihte adı Sefine-i Şeyh Hasan’dır. Köyde, halkın Ahmet Yesevi diye bildiği Celal Abbas neslinden Şeyh Ahmed Dede’nin mezarı vardır. Karısı Gevher Ana’dır. Mezarı bu köydedir. Şeyh Hasan, Şeyh Ahmed’in kardeşidir. Mezartaşı tarihsizdir.

Şeyh Hasan bir Türkmen topluluğunun başında yöreye gelmiştir. Geliş tarihi bilinmemekle beraber Hamza Aksüt’e göre 14. yüzyılın başları olabilir. Şeyh Hasanlı Topluluğu’nun Halep ile bağlantılı olduğu, gelene geçene hizmet eden Şeyh Hasanlılar’ın bir kısmının 16. yy’da vergiden muaf tutuldukları da bilinmektedir. Bugün adı Tabanbükü olan köyün kurucusu Şeyh Hasan olarak bilinir.

Elimde bulunan “Müsahip Gazi” adlı el yazması Molla İsmail’in yazdığı eserde(h.1135) Hoca Ahmet Yesevi’nin Erzincan’ın Tekke köyüne geldiği oradan Şeyh Hasan’a gelip bir tekke inşa ettiği yazılı.
Kitaptaki bir not şöyle: Bu kitap Hoca Ahmed Yesevi’nin tekkesine vakıf olması amacıyla yazılmıştır. Kitabı tekkeden çıkaranın kitapta adı geçen şehit ve gazilerin şefaatinden mahrum olması temennisi de kayıtlıdır.

Köyde Teslim Abdal’ın Kerbela’dan getirdiği 12 kollu bir çerağ var. Bu çerağ andığımız bayrakla birlikte her on muharremde ceme çıkarılır ve mersiyeler, ağıtlar eşliğinde çerağ uyandırılır. Muharremin onuncu günü anmasında saz çalınmaz. Atalarımız; Arapkir Onarlı köyünde bulunan Şeyh Hasan denilen ziyaret ile köyümüzün hiçbir bağı olmadığını söylemekte idi. Tüm eski ziyaret yerleri ve mezralar yeni yerleşim yerine taşınmıştır.
Şeyh Hasan köyünde Odman Baba soyundan gelenler de vardır. Sulara gömülen bir adanın adı Omdan Baba adası veya Omdan Bölüğü idi.[18]
 Var olan bilgilerin derlenip toparlanmasındaki amaçta bu yanlış olgunun düzeltilmesi ve ocaklara bağlı insanlarımızın kendi pir ve mürşid ocaklarına daha rahat bir şekilde ulaşabilmeleri içindir.
ŞEYH HASAN (Sultan) ONAR KİMDİR?
Şeyh Hasan Onar, Türkmen topluluklarından çok çeşitli kolları olan bir Bayat oymağının ana tarafından Ali soylu inançsal başkanı (Şeyhi), ve yönetici önderi (Begi) konumundadır. Mezar taşı üzerindeki damga Bayat boyu damgalarının bir çeşitlemesiydi. 
1224 yılında (Hicri 621) Sultan Alaaddin Keykubat (1220-1237) adına, “Mir-i Azam beledisi”, yani bölgenin yüce Emiri tarafından Şeyh Hasan Oner’e, sınırları belirtilen ve içinde bugün Onar köyü bulunan arazi Zaviye vakfı olarak verilmiştir; böylece sınırboyu yerleşim yeri olarak burası, kendisine bağlı Türkmen aşiretlerinin inançsal ve yönetim merkezi durumuna girmiştir. Ancak zaten onun konar-göçer grupları, Anadolu’ya girdiğinden beri, Malatya’nın kuzeyinde Tohma suyunun Fırat’a karıştığı yerden, Arapkir’e kadar uzanan topraklardan ekip-biçme, yaylak ve konaklama olarak yararlanmaktaydı. 

         Şeyh Hasan Onar Sultan Alaaddin’e, Massara kalesindeki tutuklu günlerinden beri yakın bulunmaktadır. Ayrıca Selçuklu büyük Emirlerinden Bahaaddin Kutluğca’yı Irak topraklarında tanımış. Kendisine vakfı veren Eseduddin Ayaz ve Mubarezüddin Ertokuş ile 1223’te Kalanoros (Alaiye) kalesinin fethine katılmıştır. 1226’da Alaaddin’in doğu (Fıratboyu) seferlerinde, Şeyh Hasan Onar zaviyesinin gelirini, Sultanın askerlerinin beslenmesi ve donanımına harcamış. Kendisi de savaşçı erleriyle birlikte bu fetihlere katılmıştır.

                Öyle anlaşıyor ki, Şeyh Hasan Onar kendisini başlangıçta, Sultan’ın hizmetinde de bir emir görmeye başlamış ve belki de bir temlik (Osmanlı döneminde Timar adını alan beylik arazisi) bekliyordu. Nüfusu kalabalık, insan ve silah gücü yerindeydi. Malatya yazılarında Tohma ve Fırat boylarında konar-göçer yaşarken zindandaki Sultan’a gönüllü korumalık yaparak çok yakınında bulunduğundan, büyük vaadler almış olmalı. Kuşkusuz bazı sırlarını da biliyordu. Ne zamanki, bizzat kendi eliyle onu zindandan çıkartıp götürerek tahta oturtan Seyfeddin ve Bahaaddin Kutluğca dahil, tam yirmi dört emiri bir gecede boğdurttuğunu duyduğunda, herhalde Şeyh Hasan Beg büyük korkular yaşamıştı.

Şeyh Hasan Onar, çok geniş olan Bayat boyu insanlarını yerleştirebileceği bir il veya büyük bir belde arazisi temliği ve Sultan sarayına yakın olmayı beklerken, kendisine sadece kendi kabile ve sülalesi için küçük bir zaviye vakfı ile arazi bağışlanmış. Olasıdır ki, Horasan, Irak ve El Cezire’den çekip Anadolu’ya getirdiği binlerce çadırlık koca Bayat Boyu bu nedenle dağılmıştır. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat bütün Alevi Türkmenleri sınır boylarına yerleştirerek, şeyhlerine-pirlerine Sünni şeriatı kurallarınca –istendiği zaman gelirini devletin kullanması koşuluyla- bir zaviye vakıf arazisi vererek, merkezi hükümeti güvenceye alıyordu. Konya Selçuklu Sultanlarının devlet siyaseti buydu. Onu hayal kırıklığına uğratan aynı durum, Şeyh Hasan Onar’ın kendisi için de geçerlidir. Çünkü bu, Selçuklu Sultanları tarafından Melikşah’tan beri uygulanan, Nizamülmülk’ün koyduğu siyasetti: Türkmenler-Oğuzlar yönetime yaklaştırılmamalı, bir başka deyişle yönetimden alabildiğine uzak tutulmalıdır! [19]

ŞEYH HASAN (Sultan) ONAR'IN KİMLİĞİ, ANADOLU'YA GÖÇÜ; NEREDEN VE NASIL GELMİŞ?
            Şeyh Hasan Onar'ın kimliği, hakkındaki masalsı ve keramet söylenceleri düz anlatımlar biçiminde geldiği gibi, halk ozanlarının şiir diliyle de günümüze ulaşmıştır. Ancak somut gerçeği yakalamak için maddi kanıtlara gereksinim vardır. Bu nedenledir ki, Onar Dede mezarlığındaki taşları tek tek inceledik; tipik Selçuklu dönemi mezar taşlarıydı. Bir de Şeyh Hasan Onar'e ait vakıf belgesinin 17.yy. kopyası ortaya çıkınca, çalışma artık bilimsel boyut kazanıyordu: Şeyh Hasan'ın yaşadığı tarihsel dönemi tam aydınlatan ve kişiliği üzerinde doğru tanıların ipuçlarını veren bu maddi kanıtlarla, söylencelerdeki olağanüstülükler, yani kerametler olarak verilmiş olayların yorumu daha nesnelleşir ve gerçeğe ulaşılabilirdi.Böylece masalsı ve şiirsel anlatımlarla gelen söylenceleri, mezar taşları ve vakıf belgesindeki verileri karşılaştırdık. Sadreddin Konevi'ye ait bir belgede dönemin İslam bilgin ve mutasavvıfları arasında adının geçmesi çözüme ulaştıran bir sentez oluşturdu.

Bu belgedeki bilgiler Şeyh Hasan Onar'ın Anadolu'ya ilk gelişinde siyasal bir misyon üstlendiğini görüyoruz: Bağdat Halifesi el-Nasır'ın (1180-1225 ) Konya Sultanı Giyaseddin Keyhusrev I'e, 1204/5 yılında elçilik heyeti olarak gönderdiği Muhyiddin İbnül Arabi, Şeyh Evhadüddin el-Kirmani, Şeyh Nasuriddin Mahmud gibi dönemin bilginleri arasında bulunmaktadır.

                Şeyh Hasan Onar bu bölgeyi, söylencede anlatıldığı gibi "kuru asasını yere dikince yeşerdiği" için değil, sulu, bereketli her türlü ağaçlar ve otluklarla kaplı, yerleşime uygun bir yer olduğu için seçmiştir. Yeri gelmişken söyleyelim; kısmen köyün yerinde ve doğu tarafında, önündeki kaya mezarlarını yaptırmış olan komopolis, yani kasaba/köykent düzeyinde bir Hellenistik-Roma –Bizans yerleşmesi vardı. Bugün açık ve kapalı durumda 25 kadar kaya mezarını kapsayan nekropol alanı olasılıkla İ.Ö. 2. 3. yüzyıldan 9.yüzyıllara kadar kullanılmıştır. Yaptığımız yüzey araştırmalarında ele geçen arkeolojik malzemeler, köyün arazisinde İlk Neolithik 'den, yani İ.Ö. 7.binden bu yana 9 bin yıllık kesintisiz yerleşme bulunduğunu göstermektedir. Şeyh Hasan Onar bölgeyi bilinçli olarak seçmiştir. Olasıdır ki, Roma-Bizans harabeleri kısmen ayaktaydı. Şeyh'in gerçek kimliği, nereden, hangi koşullarda gelip buralara yerleştiği üzerinde yeni saptamalar ve varsayımlarımızı daha sonra vermek istiyorum.

            ŞEYH HASAN (Sultan) ONAR DEDE'NİN BAYAT BOYU TÜRKMENLERİNDEN OLDUĞU NEREDEN BİLİNİYOR? OĞUZ BOYLARIYLA İLİŞKİSİ NEDİR?

            1980'li yılların başında Onar Dede Mezarlığı araştırmamızda saptadığımız bir mezar taşı üzerinde bulunan üç Göktürk Alfabesi harfinden (İç, çe, ç- s, ş-n, ng) oluşturulmuş damga, Bayat Boyu Türkmenlerine ait ve bu boya bağlı oymak ve obaların kullandığı damgaların bir çeşitlemesidir. Bu damga Şeyh Hasan Onar'ın türbesinin bulunduğu mezarlıkta yatan insanların Bayat Boyu'na mensup olduklarını göstermektedir.

Bayat Boyu, Oğuzların Bozok Kolu'na bağlıdır. Oğuz geleneği Günhan oğullarından gelen Bayatlara, sosyal ve siyasal yer bakımından ötekilerden daha onurlu addolunan Bozok Kolu'nda yer vermiştir. Boylar hakkında ilk bilgiler Selçuklu hanedanının XI. yüzyıldaki ilk fetih hareketleriyle gelmektedir. Kitabının aynı yüzyılda yazmış olan Kaşgarlı Mahmut, listesine aldığı 22 Oğuz Boyu arasında Bayatları zikretmekte ve onların hayvanlarıyla eşyalarına ve mezar taşlarına vurduklarına damgaların şekillerini vermektedir. Mezarlıkta bulunan işte bu damga Şeyh Hasan Onar'ın Oğuz boylarıyla ilişkisini ortaya koymaktadır.

            ONAR DEDE'NİN, GÜNÜMÜZE ULAŞAN KERAMET SÖYLENCELERİ NELERDİR VE HANGİ BAĞLAMDA DEĞERLENDİRİLMİŞ? SEYYİDLİĞİNİ GÖSTEREN BİR BELGE VAR MIDIR?

Biz Onar köyü yaşayanları olarak Şeyh Hasan Onar'a saygımızı, onu evliyalaştırarak sürdürüp bugüne getirdik. Sığınağımızdı, ziyaretgâhımızdı Onar Dede türbesi; mutlu günlerimizde üzerinde kurban keser lokma dağıtır, acılı günlerimizde yardım diler ve onun kutsallığına sığınırdık. Sadece o bizim atamız, kerametleriyle tanıdığımız evliyamızdı; kuru bastonunu toprağa sokunca yeşerip "Sakız Baba" oluşmuş, bir tekme vurunca su çıkmış adı "Cennet Pınarı" olmuş; tekkesini kurarken ağaç aramaya çıkmış, bir koca kiraz ağacı köküyle göceğiyle sürüklenerek peşinden gelmiş. Bir tas çorba ve bir torba arpayla padişahın üç bin atlı ve üç bin yaya askerini atlarıyla birlikte doyurmuş... Ancak, keramet söylenceleri, içlerinde gerçeğe ışık tutan özü taşımakla birlikte, gerçekliğin, gerçek bilginin kendisi değildir, olamaz. Somut gerçeği yakalamak için maddi kanıtlara gereksinim vardır. Yukarıda söylediğimiz gibi, o kanıtlarla birlikte bunları değerlendirdiğimizde bilimsel bilgiler çıkarabildik.

Ne yazık ki, Onar Dede ocağı hakkında, Şeyh Hasan Onar'ın Ehlibeyt soylu olduğunu gösteren Seyyidlik Şeceresi ele geçirilemediğinden, geleneksel söylemler dışında fazla bilgiye sahip değiliz. Buna karşılık Şeyh Hasan Oner Zaviyesi Vakıf arazisinin kullanılmasına ilişkin elimizde bulunan 16, 17. yüzyıllara ait bazı padişah fermanlarında Oner kariyesinden Dersaadet'e başvuran kişilerin "Seyyidan" oldukları belirtilmektedir. Sözlü olarak gelen bilgiler ise Şeyh Hasan Onar'ın, olasılıkla büyük dedelerinden birinin yedinci İmam Musa Kâzım soyundan bir kadınla evlenmiş olduğundan böyle bir bağın kurulduğu yolundadır.[20]

ŞEYH HASAN (Sultan) ON-ER EVLATLARININ SEYYİDLİKLERİ

1224 yılında (Hicri 621) Sultan Alaaddin Keykubat (1220-1237) adına, bölgenin yüce Emiri tarafından Şeyh Hasan Oner'e, sınırları belirtilen ve içinde bugün Onar köyünün içinde bulunduğu arazinin büyük çoğunluğu Zaviye vakfı olarak verilmiştir. Belli ki sınırboyu yerleşim yeri olarak burası, kendisine bağlı Türkmen aşiretlerinin inançsal ve yönetim merkezi durumuna girmiştir. Ancak zaten onun konar-göçer grupları, Anadolu'ya girdiğinden beri, Malatya'nın kuzeyinde Tohma suyunun Fırat'a karıştığı yerden, Arapkir'e kadar uzanan topraklardan ekip-biçme, yaylak ve konaklama olarak yararlanmaktaydı.

Elimizde bulunan 621/ 1224 tarihli ve adı yazılı olmamasına rağmen o tarihlerde Malatya emiri olan Eseddüddi Ayaz tarafından verilmiş Arapça Vakıfname'nin Türkçe kopyası dışında, elimizde 16.yüzyılın sonlarından 18.yüzyıl ortalarını kapsayan, Onar zaviyesi vakıf arazisi ve mütevellilerine ilişkin 12 Padişah fermanı bulunmaktadır. Bunlardan bazılarında "büyük veli Şeyh Hasan Onar" ve adı geçen kişiler için "Şeyh" , "Seyyid" ya da "Seyyidan" ibareleri geçmekte. Böylece Şeyh Hasan Onar'ın soyundan gelen Zaviye vakfı mütevellilerinin Ehlibeyt soylu olduğu belirtilmiş oluyor.

"Beyân olunan mülklerin cümlesini Şeyh Hasan Oner içün hak kıldı ve mülk kıldı ve elinde kıldıve tasarrufu altında kıldı ve bu vakfın cemi'-i yerleri ONER dedikleri köyde vâkidir... cem'-i hudûdu ve levâhiki ile zikr olunan hudutların cümleten vakf eylemişimdir."
"Sebeplerin cümlesi Hak Subhânehu ve Te'âlaya ibadet ve rızâ'-i şerifine nâil olmak içündür. Ve Hak Sübhânahu ve Te'âlânın azâb-ı eliminden halâs içün bir vakf ile vakf eyledim ki, ol vakf şer'idir ve salihdir ve hakkına ri'ayet olunmuşdur. Kimseye satılmaz ve hibe olunmaz. Ve meşhûr zaviye ev [ kafına kayd? ] olunmuştur. '' ONER ZAVİYESİ '' dimekle meşhurdur. Ve bu tevliyeti ve görüp gözetmesini ve emr-i vakfı tahsil etmesini kıldım .Şeyh Hasan Oner içün ve evlât ve evlâd-ı evlâdı içün kıldım ve bu vakf-ı mezbûrun şartı tağyir olunmaz ve aslı tebdil olunmaz... Tahriren fi ğurre-i şehr-i Rebiülâhir. Senete ihda ve işrine ve sittimietin (yani 1 Rebiülâhir 621 (22 Nisan 1224 Pazartesi)"[21]

Seyitlik belgesinin Türkçe tercümesi ektedir:
Sultan III. Mustafa (1757-1774)’nın Fermanı:
Arapgir Kadısına tevdi............ eliyle..........
... Malum ... Seyyid İsmail ve Seyyid Ahmed ve Seyyid Ali ve Seyyid Musa ve Seyyid Veli ve Seyyid Yusuf ve diğer Seyyid Ahmed .......

Bunlar, "SAHİHÜN NESEB–İ SÂDÂD-İ KİRAM" (GERÇEK SOYLU SEYYİDLERDEN)'dan olup; İsbât-ı neseb eylediklerini (ellerinde) İstanbul Nakiblerinden (sened) Temessük ve hüccetleri (Seyyidlik cüzdanları) olduğunu. Bunlardan öşür ve savaş zamanında herhangi bir yardım alınmamasını vb...

Yetkililerce (Ehl-i Örf taifesi tarafından) vergi yükümlülüğünden muaf tutulmasını....
Bunların, A’şar ve Sefer (savaş) zamanında hisselerine düşeni yaptıklarını; Karye-i Mezbûre Zâbiteni ve Devlet adamları, Emr-i Şerifime tabi, bu babdan kanuna ve Emr-i Hümayûnuma muhalif olunmasın, uyulsun, bu husus için müracaat edilmesin. Şöyle bilinsin, Âlemet-i Şerifime itimat edilsin.
20 Rabiyyü’l evvel 1183 (1769) Be Makam-ı Mahsusa-ı İslambul[22]


Bunların yanı sıra elimizde 16.yüzyılın sonlarından 18.yüzyıl ortalarını kapsayan, Onar zaviyesi vakıf arazisi ve mütevellilerine ilişkin 12 Padişah fermanları hakkında detaylı bilgi ilerleyen satırlarda ek olarak verilecektir.

ŞEYH HASAN (Sultan) ONAR'IN KENDİSİ EBEVEYNİ HAKKINDA YENİ BİLGİLERE ULAŞABİLDİNİZ Mİ? YAŞAMI NE ZAMAN, NASIL SONA ERMİŞ?

 Şeyh Hasan Onar'ın Bağdad Abbasi halifesi tarafından Selçuklu Sultanı'na gönderilmiş olan elçilik heyetini oluşturan zamanın tanınmış bilginleri arasında bulunuşu, onun Abbasi sarayında gördüğü saygı ve tanınmışlığının kanıtıydı. Bu bizi, onun bir askeri aristokrat aileden gelmiş olabileceği kanısına götürdü. Şeyh Hasan'ın ek ismi, hâlâ yaşamakta olan 'Onar' sözcüğünün bir ecdad-soy veya aile adı olması olasılığından hareketle araştırmaya başladık. Karşımıza Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah'ın (öl.1092) gözde Sipehsaları (başkomutanı) İsfahan emiri Onar Bilge Beg (öl.1099/1100) çıktı.

 Muhammed b. Ali Râvendi'nin 1203'te yazdığı Farsça eseri Rahatu's Sudûr'da; Cizreli "Arap tarihçi Ziyaeddin İbnü'l Esir'in (1160-1233) al-Kâmil fi't-Tarih'i ve Raşidüddin Fazlullah Hemedanî'nin (ö.1318) Camiü't Tevârih adlı eserinde Emîr Onar hakkında birbirlerini tamamlayan önemli bilgiler bulunmaktadır. Ancak ne yazık ki, özel yaşamı ve ailesi hakkında yeterli bilgi yoktur. Çok önemli bir yüksek devlet adamı olarak temayüz etmiş Emîr Onar Bilge Beg adıyla geniş bir Türkmen boyunun, belki bir Tükmen aşiretleri konfederasyonunun Beg'i olan askerî aristokrat olduğu kesin gözüküyor.     Şeyh Hasan Onar'ın, bu aile adıyla onun vasisi görünümünde 1200'lü yılların başında tarihsel bir kişi olarak varlığı Emîr Onar'la akrabalığını açıkça ortaya koyuyor. Dahası Şeyh Hasan Onar, çok büyük olasılıkla bu kişinin torunudur. Selçuklu Sultanı Melikşah'ın (ö.1092) en gözde Emîr'inin torunu olarak, El Cezire Tükmenleri'nin başında ve ayrıca inançsal önderi olduğunu düşünmekteyiz. Bunun içindir ki Şeyh Hasan Onar'ın Abbasi Halifesi'nin nezdinde önemli yeri olmalıydı.

 Araştırmamız derinleştikçe, Melikşah'ın ölümüyle birlikte karısı Türkan Hatun ve oğulları arasındaki onlarca yıl süren taht kavgaları sırasında sık sık taraf değiştirmesi ve kendisi batıni olduğu halde onlara ihaneti yüzünden batıniler tarafından öldürülen Emir Onar'ın kızının kocasını da saptadık. Bu kişi Basra, Şam, Fars atabegliklerinde bulunmuş, Boz Aba'yla birlikte Melikşah'ın oğlu Muhammed Tapar'a karşı isyan etmiş Mengü Bars'tır. Ayrıca Mengü Bars'ın 1158'de Abbasi Halifesi topraklarında başkaldırıp yağmalara girişmiş olan İva Perçem Türkmenlerinin ayaklanmasının bastırarak dönemin Halife'sini kurtardığı bilinir. Bu halife, Şeyh Hasan Onar'ı Selçuklu Sultanı'na gönderdiği heyetin içine katan halife Nasr Lidinillah'ın babasıdır. Bu demektir ki, Halife çocukluğundan beri Şeyh Hasan'ı tanıyordu Mengü bars'ın oğlu olarak. Şeyh Hasan Onar'ın, Sipehsalar Emir Onar'ın kız torunu, yani Mengü Bars'ın oğlu olması çok büyük olasılıktır. Atabeg Mengü Bars'a gelince; Sultan Melikşah'ın kardeşi Böri Bars'ın oğlu ve Sultan Alparslan'ın torunuydu.
                Eğer bu varsayımlar doğruysa Onar Dede mezarlığındaki türbesinde yatan ulu evliyamız Şeyh Hasan Onar; annesinin babası Emir Onar tarafından İmam Musa Kâzım soyundan, babası Mengü Bars tarafından da Selçuklu hanedanına mensuptur diyebiliriz![23]

ŞEYH HASAN (Sultan) ONAR BABA SOYUNU MU YOKSA ANA TARAFINI MI TERCİH ETMİŞ BULUNUYOR?

               Şeyh Hasan Onar'ın, ana tarafından ulaştığı Ehlibeyt soyunu, seyyidliği tercih etmiş olduğunu görüyoruz. Son inceleme ve araştırmamızda vardığım sonucu söyleyeyim isterseniz;  Şeyh Hasan Onar, inançsal ve siyasal bağlamda Alamut İmamı Alâ Muhammed'e (1166/1210) bağlı ve El Cezire Türkmenlerinin büyük olasılıkla İsmaili Bayat Kalesi'nin yönetici batıni dai'siydi. I.Gıyaseddin Keyhusrev tahta çıkışının ve yaptığı fetihlerin haberini (zafername'sini) sadece Bagdad halifesine değil, dönemin güçlü Nizari Alamut Devleti'nin İmamı'na da göndermiş olduğunu kaynaklar yazmaktadır. 

Bize göre Şeyh Hasan Onar, Halife'nin elçilik heyetine, Halife'nin çok iyi tanıdığı olması dışında, Alamut İmam'ı Alâ Muhammed II. yi temsilen katılmıştır. Çünkü o yıllar Halife, kırk yılı aşkın bir zamandır Alamut'un başında bulunan ve son yıllarını yaşamakta olan Alâ Muhammed'in, yerine vasi tayin ettiği oğlu Celaleddin Hasan III ile gizli dostluk ilişkileri içindedir. Bu heyettekilerin büyük bir kısmı Şafii-İşari ve Hanefi mutasavvıf bilginlerdi, sadece Şeyh Hasan Onar batıni ve Ali soylu Aleviydi. Şeyh Hasan Onar'ın 1240'lı yılların başlarında doksanın üzerindeyken Hakka yürüdüğünü sanıyoruz. Baba İyas Horasani'nin (Baba Resul'un) piri Dede Garkın'ı n çağdaşı olan Şeyh Hasan Onar'ın 1240 yılındaki Baba Resul'la simgeleşen Babai ayaklanmasına olasıyla kendisi değil, ama oğlu Şeyh Bahşiş katılmıştır. Onun bir batıni dai'si oluşunun anısı ve Baba Resul ayaklanmasının izleri, Onar köyünde dedelere ve evlatlarına hâlâ zaman zaman "dayi" ve "Baba Resul" çağırmalarında yaşıyor. [24]

 ŞIH BAHŞİŞ OCAĞI
Şeyh Hasan'ın Horasan'da bir seyyide ile evliliğinden olma oğlu olan Şıh Bahşiş'in esas adı Seyyid İbrahim'dir. Şeyh Hasan'ın Ba­yat Boyu Beyi olan Bahşi Han'ın adını taşıyan Şıh Bahşi, halk arasında Şıh Bahşiş olarak anılmaktadır. Şeyh İbrahim de denilen Şıh Bahşi; tüm Türk boylarının içerik olarak "bahşi" sözcüğüne yükledikleri anlam ve ifadeleri ile bütün özellikleri taşımaktadır.

 Şıh Bahşiş; Hz. Muhammed-Hz. Ali soyundan 7. İmam Musa-i Kazım torun­larından olduğu için seyyittir. Alevi öğreti ve yol zincirinin en üst merte­besi olan mürşidlik makamındadır. Bilgili ve keramet ehli ulu bir zattır. Bağışlayıcı, el ve avcundakileri yoksullara veren, cömert bir erdir. Bahşişli oymaklarından olan "Okçu Birlikleri"nin beyi ve askeri komu­tanıdır.

 İşte tüm bu karizmasından dolayı da Şeyh İbrahim'e "Bahşi" ünvanı ve tasavvufi makamından gelen, yüksek bir mevki olan; Alevi terminoloji­si ve Türkmen geleneğindeki, "Şıh Bahşiş" denmiştir. Ayrıca, Şeyh Hasan'­ın dedesi Bahşi Han, Orta-Asya Yesi bölgesinde Türkmenlerce "Kutsal Ulu Ata" olarak kabul gördüğünden; "Atalar kültü" gereği Şeyh İbrahim'e de töre kuralı olarak "Şıh Bahşiş" denmiştir.

Ulu ozan, Kızılbaşların piri Kul Himmet, bir nefesinde Anadolu'daki erleri-evliyaları sayarken, "Şeyh İbrahim Şeyh Hasan'ın gülüdür" demek­tedir ki baba-oğul ilişkişini somut bir biçimde belirtmektedir.
 Şıh Bahşiş'in Onar köyünde bir tekkesi bulunmaktadır. Osmanlı kayıtların­da "Bahşayış oğulları" diye geçen ve bugün "arslan" soyadını taşıyan Arapgir Onar köyünde Şıh Bahşiş’in torunları olan aileler vardır. Diğer yandan Baskil'in Adaf (Kumlutarla) köyünde de Şıh Bahşiş'in türbesi ve tekkesi bulunmaktadır.

 Şıh Bahşiş, Adaf yöresine gelerek 7 köyü kendine bağlamış ve yeni bir aşiret yapılanması oluşturmuştur. Adına da "Bahşişli ya da Bahşayışlu" cemaati ve oymağı denmiştir. Söylenceye göre de, Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat; bu yöreyi Şıh Bahşiş'e vakfetmiş, şeyhlik beratını ve seyyidlik şeceresini de onaylamıştır. Daha sonradan Kerbela Tekkesi'nden alınan şereler de vardır ki bunlar Hüseyin Ütebay ailesindedir. Şıh Bahşiş 13­-14. yüzyılda yaşamıştır, kanısındayız...

 Kayseri Müzesi'nde bulunan bir Kitabeden "Bahşayış Han" adıyla anılan zattan bahsedilmektedir. Ertena Oğulları'ndan ve Beyliğin kurucusu Aleaddin Eretna (1335-1352) Beyi, Karamanoğulları'nın elinden kurtararak tahtına iade eden Bahşayış Bey'dir. Demek ki, Bahşayış Bey bu dönemde yaşamıştır. Müzedeki mezartaşında ölüm tarihi H. 748 (M.1347) yazılıdır. Şah Kutluğ Hatun'un oğlu Haydar Bey’in oğlu Bahşayış olarak belirtilmiş­tir. Bundan da anlaşılmaktadır ki, Anadolu'ya Orta-Asya'dan gelmiş ve İslamiyete yeni intibak etmeye çalışan Türkmen Beyleri eski ünvanları­nı hala korumaktadırlar. Bahşi türevleri de bunlardan sadece biridir.[25]

ŞIH BAHŞİŞ VE BAHŞİŞLİ OYMAKLARI

 Bahşi sözcüğü (Sanskrit aslında bhikshu, Çince po-shil, yani "bilgin adam", "muallim") başlarda sadece Budhist tarik-i dünyalarına verilen bir ad iken bu sözcük, Moğol Devleti'nde "katip memuru" manasına gelir olmuş. Buradan da Moğol'ların hizmetinde bulunan aydın Uygur'ların Buddhist ruhban sınıfına mensup bulundukları anlaşılıyor. Uygur Buddhistleri, bugünkü Moğolistan Buddhistleri gibi, mukaddes kitaplarına NOM der­lerdi ki, Süryanî'lerin de kabullendikleri bu Grek sözcüğün Uygur ülke­sine Manihaistler tarafından taşındığında şüphe yoktur. Uzak-Doğu ile Ön-Asya birbirlerine o kadar yakınlaşmışlar...

Farsça bir kelime olan, Bahş: bağış, ihsan, bağışlayıcı, verici anla­mındadır. Bahşayış: bağışlayış, bağışlama; Bahşiş ise bağışlama demek­tir. Bu anlamdan ötürü de Bahşiş sözcüğü Türkler’de ulüvviyet ile eşanlamlı kullanılarak; ulvi, ulviyye manasında Göğe ve manevi aleme men­sup kimse (ulu zat)'lara verilen ünvan olarak kullanılmıştır.

Uygurlar genellikle "Güneş'e tapma"larına karşın; Manihaist, Budd­hist, Hıristiyan dinleri gibi çok inançlı bir toplumdu. Uygurlar düşlüman­lığı kabülleriyle birlikte eski inançlarıyla bu yeni dinlerini de bağ­daştırarak, "kültür inanç" birlikteliğini sağlamışlardır. Eski gelenek­sel dinlerinin Ulu-önderlerinin de ünvan ve makamlarını koruyarak İslamiyete taşımışlardır. Bahşiş ünvanı ve orunu da bunlardan biridir.

Prof. Dr. İnan'a göre: Kazaklar’ın "Bahsı", Kırgızlar’ın "Bahşi" dedikleri kelimeler; Buda dini vasıtasıyla gelmiş yabancı kelimelerdir. Şaman ke­limesi de Buda Rahibi anlamına gelmektedir. Türkçe'de bunların karşılığı "KAM"dır. Moğollar "Bahşi" kelimesini öğretmen, Mürşit anlamında ünvan olarak kullanılmaktadır. Türkmenler "Bagşi" kelimesini saz şairi manasın­da ifade ederler.

 Hint-Türk İmparatorluğu'nda askeri yöneticilere "Bahşi" denirdi. "Mirbahşi" harcamalardan sorumlu yönetici, maliyeci vezir demekti. Timur'un mülki devlet teşkilatında "Bahşi" ünvanlı Uygurlar görülmek­tedir

 Vanbery'in 1863 tarihli oymak listesinde "Bahşi Oymağı" adı geç­mektedir  ki, bu sözcüğü Türkler oymak adı olarak da kullanmakta­dırlar.

Prof. Dr. Caferoğlu: "Şamanizm dini yolu ile, halkın milli inançları­nı teminat altına alan Bahşiler, aynı itina ile mazisinin ve milli tari­hin, yüz güldüren canlı sayfalarını Öz Türkçe ile sermeye çalışmışlar­dır. "Mollalı köy korkak, Bahşili köy ise kahramandır". Atasözü, Özbek Türk'ünün mazi yadigarına olan inancını en iyi belirten bir vecizedir" demektedir.

 Bu araştırmalardan anlaşılmaktadır ki; Bahşi kelimesi, Askeri ve idari yöneticilerine, Eğitimci ve ülemaya, Tasavvuf erbabı mürşitlere, kopuz çalan ozanlara, büyücü ve efsuncu şaman ve kamlara verilen bir ünvandır. Aynı şekilde Anadolu'da da dede ve babalara denilmektedir.

ŞEYH HASAN İLE PİRİ BABA SÖYLENCESİ

Onar köyündeki söylenceye göre ise; yöreye geldiğinde dul imiş ve yanında Şıh Bahşiş adında yiğit bir oğlu varmış... Söylence şöyledir:

"Bir oğlu varmış adı Şıh Bahşiş; ermiş mi ermiş. Yiğit mi yiğit. Erlikten evliyalıktan yana babasıyla yarışa hazır. Ama önce ev bark gerek, bir de ana gerek; mağaradan, çadırdan çıkmak gerek... Koca der­viş almış başını yitmiş bir süre... Rutik Beyi Piri Baba'yı ziyarete git­miş . Piri Baba'nın kızını isteyip, düğün dernek evlenmiş. Artık evler yapıp, bir köy kurma zamanı gelmiş... Şeyh Hasan, tekkesini yaptırmış, kö­yü kurup "Onar" adını vermiş. Derken bir gün kayınpederi Piri Baba; Onu ziyarete gelmiş. Evini, tekkesini, düzenini ve edep erkanını beğenmiş ama, "suyun az demiş, suyunu çoğaltmak gerek !" demiş. Ve vaktiyle söğüt sopa­sının (Şeyh Hasan'ın asasının) yeşerdiği yerin yukarısı ndaki, kuru (kepir) toprağı tekmelemeye başlamış. Esrimiş, coşmuş ve coştukça tekme vurmuş. Derken toprak iki şakka olup, parmak kalınlığında su çıkmış. Ancak, Şeyh Hasan Oner, kayınpederinin bu keramet gösterisine çok çok içerlemiş. Düşünceli düşünceli ilerlerken birden, "Ya Hakk..!" diye bir çığırış çığırmış ki; yer gök sarsılmış ve bir tekme vurmuş az ilerideki kayaya; koca kaya yarılmış, kol, bacak değil, gövde kalınlığında bir su akmaya başlamış gürül gürül... . Dersini alan Piri Baba, ardına bile bakmadan çekip gitmiş, bir daha da sözüne söz etmemiş... “[26]

Şeyh Hasan'ın oğlunun da bulunduğu bu keramet gösterisi öyküsünün Baba Ishak olayları ile ilgili "meşveret toplantısı" olabileceği kanısın­dayız. Piri Baba'nın da Merzifon'a gitme gerekçesini bu olaya bağlaya­rak geniş şekilde Cem ve Şahkulu Dergilerinde açıklamıştım.

"Onar Dede Destanı"nda da bu keramet anlatılmaktadır. Piri Baba'nın Merzifon'da Sarıbayındır denilen semte yerleştiği belirtilir. Şeyh Hasan'ın Piri Baba'nın kızıyla evliliğinden 8'i erkek, 2'si kız olmak üzere 10 evladı olmuştur. Onar köyündeki kabileler Şeyh Hasan'ın çocuklarının adlarıyla anılmaktadırlar. Benim kabilemde "Habib Hasanoğulları” olarak Osmanlı kayıtlarında geçmektedir.

ATAF KÖYÜ

 1977 yılında Mehmet Özdoğan'ın Fırat Havzası Araştırmalarında Elazığ'ın Baskil ilçesine bağlı Ataf (Kumlutarla) köyü de yer almak­tadır:

Fırat, Ataf köyünün olduğu yerden boğazdan çıkarak geniş bir ya­tak içinde çeşitli kollara ayrılarak adalar oluşturmaktadır. Höyük, kö­yün bulunduğu yerde, Hıştıkan deresinin getirmiş olduğu alüvyonlarla o­luşan küçük bir kıyı ovası bulunmaktadır. Kıyı ovası höyük, köyün güney­inde yeniden daralmakta ve Muşar dağının alt eteklerini oluşturan sırtlar Fırat kıyısına kadar inmektedir. Baskil ilçesinin 32 km. kadar kuzey batısında, Fırat kıyısında olan, Ataf, yaklaşık 35 haneli toplu bir köydür. Höyük köy mezarlığı; iki bölümden oluşmaktadır. Güneyde kalan Arhasoğlu mezarlığında küçük bir türbenin yıkıntısı bulunmaktadır. Oldukça özenli olarak kesme taşlardan yapılmış olan türbenin iki ayağı, bir kemeri ve kısmen köşe üçgenleri ayakta kalmış; geri kalanının 15 yıl önce yıkıl­mış olduğu söylendi. Her iki mezarlıkta da çok sayıda taş sanduka mezar var. Uzun yazıtları olan mezarların işçiliği oldukça iyidir.

 Ataf köylüleri şimdi çoğunlukla İstanbul'da oturmaktadırlar. Köy, Karakaya barajı gölü içinde kalmıştır. Tarihi Selçuklu ve Osmanlı dönemle­rine ait şahideler ve sandukalar sulara gömülmüştür. Güneş gülü motifli ve Mür-ü Süleymanlı yıldızlı mezar taşları, Türk Tarihi'nin Anadolu'daki önemli belgeleriydi.

 Ataf köyünde üç önemli ziyaret mekânı vardır. Ataf köylüleri, kubbeli ve kesme taş örgülü yapılar olan türbe ve tekke kutsanarak bugüne dek korunmuş­tu demektedirler. Ziyaret yerleri şunlar idi:

 Şıh Bahşiş Türbesi ve Tekkesi: Ütebay Ailesi, dede ve tekkeşin olarak bu yerlerin sorumluları idi.  Bez-i Besten Türbesi: Alo Dede ailesinin sorumluluğundadır.

Yedi Kişi Türbesi: Kel Mehmetler ailesinin sorumluluğunda idi. Bu ziyaretlere getirilen kurbanlar ve adaklar anılan ailelerce organize edilerek köy halkına üleştirilirdi. Köyde Ayn-ı Cemler dede ailesince, yani Şıh Bahşiş Ocaklılarınca icra edilirdi. Bugün ise, Şıh Bahşiş Ocağı dedesi olarak Hüseyin Ütebay, İstanbul'da geleneksel olarak dini görevini mutat zamanlarda icra etmektedir.

C. ŞIH BAHŞİŞ MENKIBELERİ

 Şıh Bahşiş'e ait çok sayıda menkıbe, rivayet ve efsane vardır. Başta Onar ve Ataf köyleri olmak üzere, Şeyh Hasan, Mutmur, Atabek, Korucuk, Kale, Şabanlar, Hastek, Nimri gibi köylerde farkı anlatım biçimleriyle gü­nümüze değin söylenceler gelmiştir. Dr. Kaygusuz, Onar köyünden derlediği söylenceye göre; Şeyh Hasan oğlu Şıh Bahşiş'i üç kez sınamaya, denemeye tabi tutmuştur. Şıh Bahşiş bu sınavların üçünde de başarılı olmuştur. Oğlunun bu başarılarını gören Şeyh Hasan; Aşiretinin iki başlı olmaması için oğlunun başka bir yerde yurt edinmesine ve aşiretini oluşturmasına müsade eder. Bu üç söylence şöyledir.

 İlkinde:
“ Şeyh Bahşiş deli dolu bir yiğitmiş, ermiş mi ermiş! Kafası es­tikçe gözden kaybolup, ırakları dolaşıp gelirmiş... Şeyh Hasan oğlunun böyle sık sık ortalıktan yitmesinden; O'nun bir yurt arama, bir yere yer­leşme, obasını kurup ayrı oturma özlemi duyduğu yargısına varıp, sınamaya denemeye çağırmış. Bu bir ok yarışmasıymış baba ile oğul arasında. İlk oku Şeyh Hasan atmış Nişangah'tan, köyün kuzeyindeki Araplar ziyareti­nin bulunduğu yere düşmüş. Şıh Bahşiş oku fırlatmış, babasından yaklaşık 70-80 metre yukarı ilerisindeki Dikmetaş'a ulaştırmış.”

 İkincisinde:
“ Yine bir gün, baba-oğul, Büyük Ocak Tekkesi’nin önündeki kere­vette oturuyorlar imişler. Güneş kızıl ışıklarını Göldağı'nın ardına saklar iken, çobanlar da sığırlarını köye doğru haylamakta idilermiş.

Şeyh Hasan: "Bak, Bahşiş !.. Nişangah'dan aşağı bir inek geliyor, görüyor musun ?..". "Görüyorum, Şeyh Babam, yakında doğuracak, hamile (gunnacı) bir inek" demiş Şih Bahşiş.

Şeyh Hasan: "İneğin karnındaki dananın alnında ak var, alnı baş­şık !" demiş. Şeyh Bahşiş ise: "Hayır, benim can babam, dananın alnında ak yoktur. Sizin o gördüğünüz, dananın kuyruğunun ucundaki ak, dolanıp alnına gelmiş...”
 Bu konuşmadan bir süre sonra inek doğurur ve Şıh Bahşiş'in söyledikleri doğru çıkar. Böylece, babası karşısında ikinci sınavı da kazanmış olur.

 Şeyh Hasan iki sınavında da başarılı olan oğluna bu kez farklı; Alevi öğretisinin temel inanç ölçütlerinden olan, "don değiştirme" yani "bir kalıptan başka bir kalıba girme" şeklinde tezahür etmeye karar vermiş...

Üçüncüsünde:
“Şıh Bahşiş günlerden bir gün, bir çift öküz önünde Şeyhçayırı'na çifte giderken, Naldöken'de birden ejderha gibi kocaman bir yılan karşısında beydah olmuş. İrkilmiş, ama kendisini çabuk toparlayarak, yılana şimşek gibi bakmış ve tek bakışta onu tanıyarak şöyle demiş:

“Benim babam olmayasın;
Bana sınak salmayasın,
Ben bir taşa eğilince,
Sen çağıla dolmayasın...”

 Bu deyişinden sonra Şıh Bahşiş, taş alıp atmaya eğilmeden daha; rüzgar estirircesine semah dönen Şeyh Hasan Baba yılan donundan silkin­erek çıkar ve "Üç sınavı da kazandın. Benim yiğit oğlum ! Haydi uğur ola ! " diyerek gözden kaybolur...”

 Büyük Ocak Tekkesi'nde cem eden "Kocalar Meclisi"nde Şeyh Hasan­ "Tamam oğlum der'' Şıh Bahşiş'e, "sen artık kendine yeter duruma geldin. Beni de geçtin güçten yana. İki baş bir kazan da kaynamaz. İki şeyh bir post da oturmaz. Var kendine bir yurt edin."

 Şıh Bahşiş kendine Onar köyünde bir tekke yaptırmış ama burada artık bu olaylardan sonra durmak imkânsızlığını anlamış. Kendine yeni bir yurt edinip, yeni talipler, muhipler sağlama yolunu seçmiş. Babası Şeyh Hasan ile yarışması sonucu, Şıh Bahşiş'in başarılı olması O'nu Onar kö­yünü terk etmek zorunda bırakmış. Şıh Bahşiş, Fırat kıyısında bir köy kurmuş ve adını da "ATA-AF" koymuş. Şeyh Hasan, oğlunun bu başkaldırışı ve aralarında geçen olaylardan dolayı ona kırılmış. Ancak daha sonra­dan babasının kendisini bağışladığı ve aralarının düzeldiği kurduğu köyün adından da anlaşılmaktadır.

 Sonuç olarak: Bu söylencelerden şunu çıkarsayabiliriz. Şeyh Hasan ile oğlu Şıh Bahşiş, Fırat Boyu fetihlerinde anlaşmazlığa düşerler. Bu fetihlerde Şıh Bahşiş başarılı olur. Bunu gören Şeyh Hasan da oğlunu bağışlar. Şıh Bahşiş'in "şeyhlik beratı"nın olması ve bugünkü Kumlutarla (Ataf) köyünün de Alaeddin Keykubat tarafından vakfedilmesi söylenceleri doğrulamaktadır.[27]

D. BAHŞİŞLİ OYMAKLARI

 Cevdet Türkay; l7. yüzyılda aşiret iskanlarıyla ilgili olarak Osmanlı arşiv belgelerindeki araştırmasında Bahşişlı oymaklarının yerleşim yörelerini belirlemiştir.

 1) Bahşiş, Bahşişli, Bahşişlu: İçel Sancağı; Anamur Kazası, Sis Sancağı, Alaiye Sancağı, Selinti Kazası (İçel Sancağı) yörükan taifesin­den....

 2) Bahşayışlar, Bahşayışlı, Bahşayışlu: Adana Eyaleti; Sis Sanca­ğı, Maraş Sancağı, Yeni İl Kazası, halep Eyaleti, Hazargrad Kazası (Nigbolu) Türkmen yörükan taifesi.

 Bahşili (Bahşilu) Toyran Kazası (Köstence Sancağı)

 3) M. Abdulhalük Çay; Anadolu'da Türk Damgası adlı araştırmasında ise şunları yazmaktadır: XVI.yy.da Varna'da Karatekeli'lerin Tohtamış ve iki tane Bahşiş adına taşıyan köyleri vardı. Bugün de Hadım-Ermenek arasındaki Barcın ­Balgusan yaylasında yaylayan, kışın Anamur-Gülnar köylerinde kışlayan Karatekeliler de Bahşiş Yörükleri olarak bilinmektedir. Diğer yandan büyük bir Yörük topluluğu olan Bozdoğanlar'ın bir boyu Tekelü adını taşımak­tadır.

 4) Hilmi Dulkadir; IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi’ne sunduğu bildirisinde Bahşişler için şunları söylemektedir: İçel/Anamur'da Gerce Bahşiş, Karalar Bahşiş, Güney Bahşiş ve Muratlı Bahşişleri (Anamur-Gülnar) yerleşiktir. Beyazıtlı Bahşişleri de Mut'da yerleşiktir. Antalya'da Alanya yörükleri olarak bilinenler de Bahşiş’tir, denilmektedir ki, Bahşişler'den bir grup Anadolu'ya gelerek "BAHŞİŞ" adını almış ve çeşitli yerlere yerleşmiştir. Bu yerlerden biri de İçel bölgesidir. Başta Anamur olmak üzere, Gülnar, Silifke, Erdemli, Mut, hatta Tarsus'ta "Bahşiş" adlı pek çok köye rastlanmaktayız. Bahşişler'le, Afganistan'daki Teke Türkmenleri'nin bir kolu olan Bahşiler arasında bir ilgi kurulmaktadır. Bahşiş dokumaları çok çeşitli tür ve aynı derecede çok yanışlıdır.

 5) Ali Rıza Yalkın; Akdeniz bölgesinde Türkmen Oymakları üzerine araştırma yaparken, 21 Temmuz 1928 tarihinde Bahşiş yörüklerinin bulunduk­ları yöreye de giderek incelemelerde bulunur ve şunları yazar:

 "Bugün, Alaçayır, Cumayalık, Konurcuk yaylalarına geçerek Bahşişler arasınaa girdim. Oymak, Bulgar dağının Bulgarsuyu adıyla anılan yaylasın­da, dağınık geniş bir ovada yine dağınık bir halde yayılıyordu. Aşiretin güneydoğusu; Bulgar dağları ve Karagöl; Batısı, Bulgar Bozoğlan, Yüğlük te­peleri; Güneyi, Soğanlı ve Dudaklı Mehmet Ağa yaylaları; Kuzeyi, Karaman ve Ereğli sınırlarıyla çevrilmiştir... Bahşiş obaları yalnızca davarcıdır. Aşirette ekin ekmek adeti pek azdır... Bu aşiretin görgüsü de öbür aşiret­lerden daha çoktur. Halkı uyanık, becerikli, konuşkan ve şirin dillidir. Bahşişler 1773 yıllarında Ermenek kazasının Barçın yaylasından göçmüş ve buraları yayla edinmişler. Bu gün aşiretin 110 çadırından başka, Niğde, Ar­mutlu, Aladağ taraflarındaki ayrı obalarında da daha bir çok Bahşiş bulu­nur. Bahşiş Aşireti'nin toprağı yoktur. Bu aşiret kışı Adana'nın güneyindeki kiralık yerlerde kışlar... Bahşiş büyükleri(nden), Tekerlek Mustafa Bey, Mısırlı İbrahim Paşa zamanında yaşamış ve Mısırlı İbrahim Paşa ona 1840 yılında kılıç kuşatmıştır... Tekerlek Bey bizim aşiretin son beyidir. 1912 yılında 120 yaşında iken Bulgar Dağı'nda ölmüştür. Mezarı burda­dır.

 12.yy.sonları ile l3.yüzyıl başlarında Şeyh Hasanlı Aşiretleri obaları yazın yaylak olarak; Maraş, Malatya, Kayseri ve Toros yaylalarını kullanıyorlardı. Kışın ise halep-Hatay-Adana bölgesinde kışlıyorlardı. Daha sonraları Fırat Havzası ile Toroslar’a göçmüşlerdir. Şeyh Hasanlıların bir kolu olan Bahşiş Oymakları da aynı yöreleri yurt edinmişlerdir. 1840 yıllarında Mısır Kavalalı Hanedanlığıyla Osmanlı mücadecelesinde Bahşişli oymaklarının Mısır tarafını tutuğunu görmekteyiz. Mısır Hidivi İbrahim Paşa'ın Tekerlek Mustafa Bey'e kılıç kuşatıp komutan olarak gö­revlendirmesi sıkı bir ilişkiyi göstermektedir. l826 yılında Bektaşi tekkelinin kaldırılması ve Bektaşi-Alevi dede ve babalarının katli ve sürgünleri, Mısır-Osmanlı ilişkilerini de gerginleştirmişti.
 Yine bu dö­nemde Şeyh Hasan Ocağı'dan bazı dede soyluların Mısır Kaygusuz Abdal Dergahı'na eğitim ve öğretim için gittiklerini, icazetname aldıkları ve Kerbela Tekkesi'nden de şecerelerini onaylatıklarını eldeki belgelerden anlamaktayız. Ayrıca, Arapkirli Yusuf Kamil Paşa'nın Mısır Valiliğinde görev­yaptığını ve Hidiv Mehmet Ali Paşa'nın kızı Zeynep Hatun ile evlendiğini kaynaklardan bilmekteyiz. Yusuf Kamil Paşa'ın gerek Mısır'da bulunduğu zamanda gerekse İstanbul'da sarayda memur iken ve Sadrazamlığı döneminde Şeyh Hasan Ocaklılar’a ve Aleviler’e büyük destek sağladığını bilmekteyiz. Bahşişli oymakları da böylesi bir ilişkiden dolayı Mısır Valiliğine destek sağlamış olabilir. Gerek Onar köyünden, gerekse Dedeyazı köyünden Adan'a, Mersin, Tarsus yöresine Dedeler, Alevi öğretisinin icaplarını yeri­ne getirmek için 1950'li yıllara değin gitmekte idiler. Bugün ise Dede­yazı (dedefengi) köyünden bazı dedeler halen ilişkilerini devam ettirmektedirler.

 1560 tarihli Malatya Tahrir Defteri'nde; "Erkenek nahiyesi, Kara Bahşilu Karyesi" adıyla bir köy kayıtlıdır. Çorum'da Sungurlu ilçesine bağlı Bahşili köyü aynı adla devam etmektedir. Bulgaristan, Trakya ve Ana­dolu'nun bir çok yerinde benzer adlarda birçok yerleşim birimi vardır. Bulgaristan'dan son gelen soydaşlarımızla yaptığım görüşmelerde Bahşişli­lerin Kızılbaş olduklarını bölirtmiş bulunmaktadırlar. Yukarıda değindiğimiz Osmanlı kayıtları da aynı yöndedir.

 Yeni il (Sivas)'ın bir çok köyünde obalar halinde Şeyh Hasanlılar vardır. Erzincan'ın Güllüce, Balibey, Çiftlik, Sivas'ın Güllüce, Sarphan, Çamur­lu, Yozgat'ın Köçetköm, Elmalıütüğü, Tokat'ın Çerçi, Oktap, Kırımoluk, Amasya'­nın Guyma, Çorum'un Palabıyık, Sırıklı, Bayat gibi yüzlerce köyde aileler halinde Şeyh Hasanlı ve Bahşişli oymaklarına bağlı insanlar vardır. Alevi yolağı olarak da Şeyh Hasan Ocaklı dedelere bağlıdırlar...

BİLİNEN EN ESKİ CEMEVİ ve PİR SULTAN ABDAL’IN ONAR DEDE DESTANI

                Yukarıda anlatıldığı üzere 1224 yılında Selçuklu Sultanı Alaaddin’in Malatya Emiri’nden aldığı “Zaviye Vakıf Belgesi” ile Şeyh Hasan Onar tarafından kurulmuş ve “Şeyh Hasan Oner Zaviyesi”ne ait Büyük Ocak ve daha sonra oğlunun kurduğu Şeyh Bahşiş adlarıyla hala yaşayan iki Meydanevi/Cemevi vardır. 300-400 kişiyi içine alan ve kare planlı bu iki yapının da duvarları penceresizdir. Çok sayıda direklerle –ki bunlardan ortada bulunan kutsal Karadirek adı verilmiş olanın dibindeki postta Cemi yöneten Dede oturur- desteklenmiş kirişlerin üzerine küçülen kareler biçiminde oturtulmuş bu ilkel Selçuklu mimari ev tipinin, kırlangıç ya da bingi çatısı/damı ve ortasında pencere ve baca görevi yapan bir açıklık bulunmaktadır. Küçük çaplı bir yarım kubbenin altında yandan dışarı dönük 50-60 cm. çapında oyulmuş birer delik taş koyulmuştur bu açıklığa. İkisi de kutsal mekânlar olarak, biçimlerini bozmadan onarıla onarıla 784 yıl boyunca “Cemevi” olarak, bugüne kadar yaşatılmıştır. Pir Sultan Abdal Çaldıran Sonrası Gizlenme Yıllarında Onar’a Uğramış Olmalıdır.

                Pir Sultan'ın Çaldıran öncesi ve sonrası yapılan kırımdan kurtulması, Divriği-Arapkir-Kemaliye ilçelerinin ortak arazisi olan Sarı Çiçek Yaylası'nda Koca Haydar adıyla bir zaman gizlenmiş olmasına bağlanabilir.   Sarı Çiçek Yaylası'na çok yakın, Arapkir ilçesinin sınırları içerisinde bulunan Onar köyündeki Şeyh Hasan Oner türbesi ve zaviyesini ziyaret ettği ve orada konukladığını belirleyen bir nefesi günümüze gelmiştir. Bu nefeste Şeyh Hasan'a yalvarmakta, “zulümat (karanlık) içinde ve darda bulunduklarını” açıklayarak, bu evliyadan “imdat!” istemektedir. Köyün yaşlıları ve Dede’lerinden derlediğimiz Pir Sultan nefesi şöyledir:


Devran ettik Divriği'yi Eğin'i
Aman Onar Dede sen imdat eyle !
Pervaz ettik Göldağı'nı Gebüğ'ü
Yetiş Onar Dede sen imdat eyle !

Kan revan mihman olduk Onar'a
Himmet edin erler, ceme çerağa
Bir desti tutmaya geldim demana
Aman Onar Dede sen imdat eyle !
  
Yoluna serimi meydana koydum
 Özümü bağladım darına durdum
 O nazlı Pirime niyaza geldim
 Yetiş Onar Dede sen imdat eyle !

Gardaşlarım yolda zarnan gidiyor
 Düşmanlarım şad oldu da gülüyor
 Boz bulanık akan sele gidiyor
 Aman Onar Dede sen imdat eyle !
  
Küffar tutmuş öbek öbek dağları
 Kalmadı yaylamızın yazı baharı
 Sinemde kor oldu bu derdin narı
 Yetiş Onar Dede sen imdat eyle !

 Adın Şeyh Hasan'dır, hem derik Oner
 Elbet er olanda bulunur hüner
 Adını işiten secdeye iner
 Aman Onar Dede sen imdat eyle !

Kimimiz dardadır, kimimiz yolda
 Kimimiz zulümatta, kandadır kanda
 Tut elimizi koyma bizi dar günde
 Yetiş Onar Dede sen imdat eyle !
  
Dört duvar üstüne binasını kuran
 Mahrum kalmaz eşiğine yüz süren
 Horasan elinden azmedip gelen
 Aman Onar Dede sen imdat eyle !
  Kalkıp Horasan'dan sökün edensin
 Urum diyarını mekan tutansın
 Çağİranın imdadına yetensin
 Yetiş Onar Dede sen imdat eyle !
  
PİR SULTAN'ım düşmüş dürür cüdaya
 Halimi arz edeyim Bari Hüda'ya
 Bu can kurban olsun Onar Dede'ye
 Aman Onar Dede sen imdat eyle !...

ŞEYH HASAN ONAR KÖYÜ'NE AİT BELGELER VAKFİYE BELGELERİ

           Eski Türkler’in tarihi üzerine araştırma ve inceleme yapan; yabancı ve Türk tarihçileri, Türklerin içtimai teşkilatlanmasını özetle şöyle anlatmaktadırlar: Türklerde temel unsur; “ kan akrabalığına dayanan birlik” yani oymak esasıdır. Oymağın her üyesi kendisinin ortak bir “ata”dan geldiğine inanırdı. Türklerde kölecilik sistemi olmadığından şu veya bu nedenle oymağa sonradan dahil olanlarda aynı birliğin üyesi sayılırlardı. Zamanla oymaklar dal-budak salarak obalar halinde genişlerler. Bu büyümeye karşın her oba veya oymak bölüntüsü yine de kendilerini soy olarak başlangıçta ki “ata”ya çıkarırlardı.
                Göçebe Türkmen Oymaklari, her yeni doğan çocuğa, Ata, dede ve babalarının dair oldukları boylarıyla şecerelerini öğretirler ve bundan dolayi da kabilesini ve kökenini bilmeyen kimse kalmazdı. Üçyüzün üstünde görüştüğüm ve 70 yaş üzerindeki Dede ve Koca’lar Türkistan ve Horasan’dan Anadolu’ya göçlerinin öyküsünü ve ata şecerelerini tek tek anlatmışlardır. Bayat Boyu’ndan olan Şeyh Hasanli Aşiretleri de Türk Töresi’ni bugüne değin sürdürerek; “Ced Şeceresini” nesiller boyu “Sözlü Tarih”le yaşatarak ortak hafizalarına kayıt etmişlerdir. Bodik Tomarları (vesikaları); Şeyh Hasan Köyü’ndeki şecereler, Onar Köyü’ndeki Selçuklu ve Osmanlı belgeleri, Adaf Köyü’ndeki şecere ve Ağdat Köyü’ndeki belge, mezar taşları ve eşyaların tetkik ettik.
                Söylenceler, izinnâmeler, icazetnameler, şecereler, vakfiyeler, hüccetler gibi belgeler; Hacı Bektaş, Erdebil, Kerbelâ, Meşhed dergâhlarına onaylattıkları gibi zaman zaman da Selçuklu ve Osmanlı Sultanlarına onaylatmışlardır. Bu nedenle her onay makamından dönem dönem farklı soykütükler ile tarikat yol kütüğü birbirine karışarak ve şerhlenerek çıkmıştır. Şeyh Hasan’in soyunu ya da tarikat yolunu kimisi Zeyd’e, kimisi Muhammed Hanifi’ye veya Musa-ı Kazım’a çıkarak dergah seyyid ve şeyhleri belgeleri imzalamış, bazı makamlarda onaylamıştır. Bu belgeleri tek tek irdelemeyeceğiz. Sadece tarihi gerçeğe en yakın olan Onar Köyü’ndeki bazı belgeleri özetleyerek vereceğiz ki, araştırma bölgemiz, konumuz, içerik ve kanıtsal olarak daha iyi anlaşılsın...

 1.VAKFİYE:
                I.ALAEDDİN KEYKUBAT (1219/20-1237/8) DÖNEMİNE AİT
On-Er Zaviyesi’ne ait vakıf belgesi aynı zamanda Onar Köyü’nün kuruluşunu ve sınırlarını da belirleyen bir vesikadır.
[1 Rebiülahır 621] = 22 Nisan 1224 Pazartesi günü düzelenen vakıf seneti 25 Cm eninde ve 37,3 Cm. boyundadır. Baş kısmı Dua, Allah ve Peyganber’e salât ve selam ile Vakfın önemini belirtmektedir. Ana bölümleri şöyledir :
 “Hamd olsun ol zât- [ı ecill-i] a’lâ, ziyâd [e]”
 “ Şeri’atın nûru sebebi ile ve şer’-i şerifin ahkâmının nûru sebebi ile ve hadis.......” (.....)
 “İmdi rıza’ullaâhi Te’âlâ vakf eyledim. Muazzez ü mükerrem olan Şeyh Hasan’a {Oner} dimek ile ma’rufdur. (...) İmdi Mir-i a’zam vakf eyledi ve tecviz eyledi., Şey Hasan içün kavlen ve fi’len tasarrufu içün izn-i şer’le ve hüsn-i ihtiyâr-ile cebr ile güç ile değil.”
 “Beyân olunan mülklerin cümlesini Şeyh Hasan Oner içün hak kıldı ve mülk kıldı ve elinde kıldı ve tasarrufu altında kıldı ve bu vakfın cemi’-i yerleri Oner dedikleri köyde vâkidir ve bu hudûdun kıble cânibi [Uzun Tirsek]....... şimal cânibi [Tut Ağacı] dedikleri mahaldir....
 .....ve levâhiki ile zikr olunan hudutların cümleten vakf eylemişimdir. (.....)
 “......halas içün bir vakf ile vakf eyledim ki, ol vakf şer’idir ve sahihdir ve hakkına ri’âyet olunmuştur. Kimseye satılmaz ve hibe olunmaz. Ve meşhûr zaiye ev [kafına vakf] olunmuştur. ``On-er Zaviyesi`` dimekle meşhurdur. Ve bu tevliyeti ve görüp gözetmesini ve emr-i vakfı tahsil etmesini kıldım. Şeyh Hasan içün ve evlâdı ve evlâd-ı evlâdı içün kıldım ve bu vakf-ı mezbûrun şartı tağyir olunmaz ve aslı tebdil olunmaz ve hâkim sıhhati ile hükm eyledi ve herkim ki, tebdile sa’y iderse beylerden ve kadılardan ve Vüzerâdan Hak Te’âlânın lâ’neti anın üzerine olsun ve melâikenin ve cümle halkın lâ’neti onun üzerine olsun.”
 “Tahriren fi ğurre-i şehr-i Rebiülâhir. Senete ihdâ ve işrine ve sitti-mietin.” *

 ŞEYH HASAN’A VAKFIN VERİLİŞ İNİ KISACA YORUMLARSAK: 
                Şeyh Hasan Onar, Türkmen topluluklarından çok çeşitli kolları olan bir Bayat oymağının ana tarafından Ali soylu inançsal başkanı “Şeyhi”, ve yönetici önderi “Beg’i” konumundadır. 1224 yılında (Hicri 621) Sultan Alaaddin Keykubat adına, “Mir-i Azam beledisi”, yani bölgenin yüce Emiri tarafindan Şeyh Hasan’a, sınırları belirtilen ve içinde bugün Onar köyü bulunan arazi Zaviye vakfı olarak verilmiştir.
                Sınır boyu yerleşim yeri olarak burası, kendisine bağlı Türkmen aşiretlerinin inançsal ve yönetim merkezi durumuna girmiştir. Ancak zaten onun konar-göçer grupları, Anadolu’ya girdiğinden beri, Malatya’nın kuzeyinde Tohma suyunun Fırat’a karşıtı yerden, Arapgir’e kadar uzanan topraklardan ekip-biçme, yaylak ve konaklama olarak yararlanmaktaydı. Şeyh Hasan, Sultan Alaaddin’e, Massara kalesindeki tutuklu günlerinden beri yakın bulunmaktadır. Ayrıca Selçuklu büyük Emirlerinden Bahaaddin Kutluğca’yı Irak topraklarında tanımış. Kendisine vakfı veren Eseduddin Ayaz ve Mubarezüddin Ertokuş ile 1223’te Kalanoros (Alaiye) kalesinin fethine katilmiştir. 1226’da Alaaddin’in doğu (Fıratboyu) seferlerinde, Şeyh Hasan zaviyesinin gelirini, Sultanın askerlerinin beslenmesi ve donanımına harcamış. Kendisi de savaşçı erleriyle birlikte bu fetihlere katılmıştır.
 Öyle anlaşıyor ki, Şeyh Hasan kendisini başlangıçta, Sultan’ın hizmetinde de bir Emir görmeye başlamış ve belki de bir temlik bekliyordu. Nüfusu kalabalık, insan ve silah gücü yerindeydi. Malatya yazılarında Tohma ve Fırat boylarında konar-göçer yaşarken zindandaki Sultan’a gönüllü korumalık yaparak çok yakınında bulunduğundan, büyük vaatler almış olmalı. Kuşkusuz bazı sırlarını da biliyordu. Ne zamanki, bizzat eliyle onu zindandan çıkartıp götürerek tahta oturtan emir Seyfeddin ve Bahaaddin Kutluğca dahil, tam yirmi dört emiri bir gecede boğdurttuğunu duyduğunda, herhalde büyük korkular yaşadıktan sonra kendine gelmişti.
 Şeyh Hasan, çok geniş olan Bayat boyu insanlarını yerleştirebileceği bir il veya büyük bir belde arazisi temliği ve Sultan Sarayı’na yakın olmayı beklerken, sadece kendi kabile ve sülalesi için küçük bir zaviye vakfi ile arazi bağışlanmış. Olasıdır ki, Horasan, Irak ve El Cezire’den çekip Anadolu’ya getirdiği binlerce çadırlık koca Bayat Boyu bu nedenle dağılmıştır. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat bütün Alevi Türkmenleri sınır boylarına yerleştirerek, şeyhlerine-pirlerine Sünni şeriatı kurallarınca istendiği zaman gelirini devletin kullanması koşuluyla- bir zaviye vakıf arazisi vererek, merkezi hükümeti güvenceye alıyordu.
 Konya Selçuklu Sultanlarının devlet siyaseti buydu. Onu hayal kırıklığına uğratan aynı durum, Şeyh Hasan için de geçerlidir. Çünkü bu, Selçuklu Sultanları tarafından Melikşah’tan beri uygulanan, Nizamülmülk (ö.1092)’ün koyduğu siyasetti: Türkmenler-Oğuzlar yönetime yaklaştırılmamalı, bir başka deyişle yönetimden alabildiğine uzak tutulmalıdır! Böylece Şeyh Hasan’ın Bayat Türkmenleri de öbür Türkmen grupları gibi yönetimin ve emirlerin baskı ve zulümden nasıbini almış. Sonuçta Şeyh Hasan kendini Baba İlyas-Baba İshak önderliğindeki büyük Babai başkaldırı hareketinin içinde bulmuş ve onun hazırlayıcılarından olmuştur... Fakat Vakfiyye Senedi’nde belirtilen topraklar; Sultan Alaeddin Keykubat’tan bugüne kadar Onar Köyün sınırları küçük değişmeler dışında korunarak gelmiştir.

 2. SULTAN III. MURAD' IN (1574-1595) FERMANI:
 Fermanın baş tarafında 3.Murad’ın tuğrası vardır ve özetle şöyle demektedir: Padişah silahtarlarından, “Kurt” adında biri ONAR’ı tımar kabul ederek köylülere zorluk çıkarır. Bunun üzerine: Onar Köyü’nden Şeyh Ahmed, Şeyh Ali ve Şeyh Muhammed, padişaha dilekçe vererek: "raiyyet oğlu olmadıklarını, ellerindeki arazi için miri-ye 400 akçe verdiklerini, buna dair ellerinde Emr-i Şerif ve Defter-i Hakani olduğunu” belirterek bu duruma engel olması isterler. Padişah 21 Şaban 1000 (M.1592) Kostantiniye; tarihli fermanla Arapgir Kadısı’na emir vererek: "İrade-i Seniyye mucibince... ve Defter-i Cedid-i Hakâni üzerine" köylülerin tasarruflarından olan yerlere tecavüz olunmamasını, zorluk çıkarılmamasını buyurmaktadır.

 3. SULTAN İBRAHİM (1640-1648)'İN FERMANI:
                Onar Köyü halkından Seyyid Osman oğlu Mustafa, Dersaadete yolladığı dilekçesinde: "Ben Vakıf arazisinde ikamet etmekteyim, Sâdattan olduğuma dair elimde, Şecere ve Hüccet-i Şer’iyye vardır. Yeni yazımda vergi hanesine yazılmadığımdan dolayı ileride bir engel çıkarılmaması için hatanın düzeltilmesini arz etmektedir." Padişah'ta: İrade-yi Seniyye de:"Hazine-yi Amire'de Vakıf Defteri'ne bakılınca yeni defterlerde Altı nefer buçuk avariz (vergi) hanesi olmak üzere kayd edildiğini lâkin, Osman bin Mustafa adı geçen haneye dahil olmasa bile rencide edilmemesi; Şecere ve Hüccet-i Şerriyye’ye muhalif ve Tahrir-i Cedide muğayir edilmemesi" hususunda, Arapgir Kadısına hükmün ifası için emir buyurmaktadır. 28 Rabiyyülâhir 1055 (M. 1645) Kostantiniye (Tarihinde yazılarak gönderilmiş,bir nüshası da şahsın eline verilmiştir.)

                4. SULTAN II. AHMED (1690-1695)’İN FERMANI  
Arapgir Kazasında vaki, Mezra-i Şeyh Hasan‚ ayırı ve Oner demekle maruf vakf mezraya senede 300 akçe vererek sahip oldukları, Padişah’ın tahta çıkması nedeniyle ellerindeki; Berât-ı Şerif’in yenilenmesi dileğiyle, Mehmet ve Hasan ve Osman ve Mahmut namlı kişiler dilekçe verirler... Padişah ise: Berat-i Saâded verdim. Buyurdum ki: Kimse onları incitmesin, eskiden olduğu gibi, o yerlere ve Vakf-ı Mezra-yı mutasarrıf kıldım, sahip olsun işlesinler... (demektedir.) Ve Arapgir Kadısına emir vermektedir. 16 Cemaziye’l âhir 1102 (1691) Kostantiniye (Fermanın arkasında defter kayıdı ve mühür vardır)

 5. SULTAN II. MUSTAFA (1695-1703)’NIN FERMANI:
 Fermanın başında padışahın tuğrası ve nişanı olup özetle şunlar yazılmıştır: Arapgir Kazasında vaki, Mezra-ı Şeyh Çayırı ve ONER demekle mârûf Vakf- Mezra senede 300 akçe ile Mehmed ve Hasan ve Osman ve Mahmut; bilfiil Berât-ı Şerif’le mutasarrıfları olup, Padişah’ın tahta geçmesi üzerine yenilenmesi için, Dersaadete müracaat ederler... Padişah; Berâtlari onaylayarak, Berat Mütevvellisinin Hazineye devrini, Vakf-ı Mezra’ya usulüne uygun mutasarrıfının devletçe tayini ve devamına karar vererek, Arapgir Kadısına buyurur. 1 Rebiyyü’l Ahir 1107 (1695) Kostantiniye

 6. SULTAN III. AHMED (1703-1730)’İN FERMANI:
 Şeyh Hasan evladında Halil ve İsmail namlı kimseler Arz-ı Hal idûb, Arapgir Kazası’nda vaki Şeyh Çayırı ve Onar Karyesi dimekle maruf, mutasarrıf oldukları, defterde kayıtlı maktu öşr verdiklerini, Arapgir ve Çemişkezek Eminlerinin mezburlarına kanat etmeyüp, Hilâfı kanun ve defter ziyade dört beş seneden beri Beşer-Altışar bin Akçe fazla almışlardır. Bu hususun men edilmesi için, Emr-i Şerif rica eylediklerini, Padişaha müracaat ederler... Padişah: Buyurur ki; defterde kayıtlı maktü öşre alınmasını, ziyade talep olunmamasını, kimsenin rencide edilmemesini, ... ve...benim Alâmet-i Şerifime itimat edilmesini buyurur.. 30 Cemaziye’l evvel 1134 (1722)

 7.SULTAN I. MAHMUD (1730-1754)’UN FERMANI :
 Vakıf Mütevvellisinin , fazla vergi istediğini, bu haksızlığa engel olunması için verilen dilekçe üzerine, Hatt-ı Hümayun’da:
 "Defter de maktu kayıt bulunduğunu, bunların ziraatleriyle uğraştıklarını, terekelerinde ki öşre razı olduklarını, fakat Vakf-ı Mezbur Mütevvellisinin fazla talebiyle rencide ettiğini, bu babdan Şeyhülislam’dan Fetva-yı Şerif hüküm rica eylediklerini..."
 "... O yerlerden defterde öşür yazılmış olmayıp, maktu yazılmış öşre muadil maktülerini verdiklerinden, terekelerinden fazla alınmamasını, kimsenin rencide edilmemesini..."
 "Kanun ve deftere ve Fetva-ı Şerife ve Emr-i Hümayuna muhalif edilmemesini, bu husus için bir daha Emr-i Şerif istenmesin, böyle bilin... Alâmet-i Şerifime itimat kılınsın... 10 Şaban 1143 (1731) be Makam-ı Kostantiniye

 8.PADİŞAH III. MUSTAFA (1757-1774)’NIN FERMANI :
 Arapgir Kadısına tevdi............ eliyle.......... ... Malum ... Seyyid İsmail ve Seyyid Ahmed ve Seyyid Ali ve Seyyid Musa ve Seyyid Veli ve Seyyid Yusuf ve diğer Seyyid Ahmed .......
 Bunlar, “SAHİBÜN – NESEB –İ SÂDÂD-İ KİRAM’dan (Peygamber soyundan) olup; İsbât-ı nesep eylediklerini (ellerinde) İstanbul Nakiplerinden (senet) Temessük ve Hüccet’leri olduğunu. Bunlardan öşür ve savaş zamanında herhangi bir yardım alınmamasını vb... Yetkililerce (Ehl-i Örf taifesi tarafından) vergi yükümlülğünden muaf tutulmasını....
Bunların, A’şar ve Sefer (savaş) zamanında hisselerine düşeni yaptıklarını; Karye-i Mezbûre Zâbiteni ve Devlet adamları, Emr-i Şerifime tabi, bu babdan kanuna ve Emr-i Hümayûnuma muhalif olunmasın, uyulsun, bu husus için müracaat edilmesin. Şöyle bilinsin, Âlemet-i Şerifime itimat edilsin. 20 Rabiyyü’l evvel 1183 (1769) Be Makam-ı Mahsusa-ı İslambul

 9. SULTAN IV. MURAD HAN (1623-1640) DÖNEMİ
 Sultan Murad’ın 1635 Revan ve 1637-38 yıllarında Bağdat seferlerine gidiş-dönüş menzilnamesinde güzergâh olarak Arapgir, Malatya yöresinden geçtiğini tarihi kaynaklardan bilmekteyiz. (54) Onar Köylü yaşlıların anlattıklarına göre; IV. Murad, Bağdat Seferine giderken Dişterik yaylasında binlerce askeriyle konaklar. Onar Zaviyesi Postnişin Dede’si; Padişahı misafir eder ve ağırlar. Konukseverliğinden memnun olan Padişah; Dişterik yaylasını ve Şeyh Çayırını Vakfiye’ye ilave ederek bu iki araziyi Onar Köylülerine verir. Fakat zaman zaman bu araziler Onar Köylülerinin elinden alınarak başkalarına verilir ve ihtilaflar çıkar. Erzurumlu İbrahim Hakkı (1703-1780) efendinin vakıf arazileri ile igili ihtilafta “ehl-i vukûf” olarak görev yaptığını yaşlılar anlatmaktadırlar. Kazadaki ağaları köylüler sürekli şikâyette bulunurlar. Padişah her defasında İstanbul’dan olaya müdahale eder. 

1848 (1264) yılında Onar Köyü’nün “39 Hâne” olduğu elimizdeki “Harman Verği Tesbit Tutanağı”ndan anlaşılmaktadır. IV. Murad’ın Onar Köylülerine verdiği Dişterik, Şeyh ‚ayırı ve meralari elimizde mevcut olan ve bazı kısımları çürüdüğü için tarihini saptayamadığımız belgeden anlamaktayız. Lakin 19.yüzyilin başında Ağın Köylülerinden Hasları işleyen bazı kişiler arazilere silah zoruyla el koyarlar. 8 Yıllık bir hukuk mücadelesi sonucu ihtilaf çözülür. Sultan Abdülmecid’in 1852 tarihli Fermanı’yla Onar Köylülerinin lehine karar verilir.

 Bu tarihten birkaç yıl sonra Dişterik yaylası tekrar Onar Köylülerinin elinden alınır. Başbakanlık Osmanlı Arşivinde saptadığımız: BA. İrade, Meclisi Vâlâ 19690 No’da kayıtlı Belge de:
 "... Arapkir Kazasının Hass-i Hümâyun dahilinde mahlûl olan bin iki yüz kilo tohum istab ider Dişterik araz"-i Emir"yen... o civarda araziye ihtiyaçları olduğu beyan kılınan ve bedelini teslim etmekte bulunan Onar Karyesi ahalisine..." 1861 yılında satılır. Zeynep Hatun’la evli olan Arapkirli Yusuf Kamil Paşa (1805-1876) eşinin ve kendisinin de Bektaşi olmasından dolayı; sarayda memuriyetliği, nazırlığı ve sadrazamlığı dönemlerinde Onar Köyü ve Arapkir’in Alevi köyleriyle özel olarak ilgilenmiş. Köylerden Alevi çocukları İstanbul’a aldırtarak okutmuş. Yusuf Kamil Paşa’nı konağındaki Ayn-i Cemlere Onar Köyünden olan ve okutuğu Mıllı İsmail’de katılarak davudi sesiyle duaz, miraçname ve tevhid ilahisi söylermiş. Arazi ihtilafında köylülere büyük yardımları dokunmuştur.

 10. ABDÜLAZİZ HAN (1861-1876) DÖNEMİ:
 Abdülaziz döneminde Onar Köylüleri çevreden ve Devlet yöneticilerinden bir baskı görmemiştir. Bu dönem de “Büyük Ocak Tekkesi” faaliyete geçmiş, postnişin dede seçimleri yapılmıştır. Ayn-i Cem törenleri açıktan yaparak, ibadetlerini eda etmişlerdir.

 11.ABDÜLHAMİD HAN (1876-1908) DÖNEMİ:
 Abdülhamid’in tahta çıkışıyla tekrar baskılar başlamıştır. Söylenenlerden ve belgelerden anladığımıza göre: 1877 tarihinden itibaren Abdülhamid tuğralı tapu senetleriyle Onar Köyü arazileri, bağ ve bahçeleri; Arapkir eşrafına parçalanarak peşkeş çekilmiştir. Onar Köylülerinin Arapkir eşrafıyla sürtüşmeleri sonucu; köy Eğin (Kemaliye)'ye bağlamiştir.1893 ile 1895 tarihlerinde tanzim edilmiş; Mamuretü'l-Aziz (Elazığ) Sancağı Eğin Nahiyesi Onar Köyü’ne ait ‘Abdülhamit Tuğralı Tapu Senetleri’nde; "Miri arazi tasarruf etmek Üzere... Sahibine Hakk-ı karar ile..." verildiği gibi, Arapkir eşraf ve Ermeni tüccarlardan da para karşılığı alınmıştır. Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat’ın Şeyh Hasan ve evlatlarına vakfettiği topraklar; Yavuz sonrası Cumhuriyet'e kadar gerçek sahiplerine döne döne satılmıştır. Bugün ise, Onar köyü 1224 yılında ki sınırlarını bır kısım arazi eksikliğine karşın halen korumaktadır.[28]


SONUÇ:
Yukarıda görebileceğiniz gibi genel kanı ve görüşlerle birlikte elde olan şecereler Geç Dersimli olarak anılan Şeyh Hasanlılar Federasyonu’nun, Şeyh Hasan Ocağı ve Aşireti (Şeyh Hasan Rezzaki ve kardeşi Şeyh Ahmed Tavil Dedeler)’ne bağlı oldukları gözükmektedir. Merkez olarak Elazığ, Baskil, Tabanbükü, Şeyh Hasan Köyüne bağlıdırlar.

Dersimli Şeyh Hasan Federasyonuna bağlı birçok alt aşiret ve yapılanma bulunmaktadır. Bunların isimlerini burada vermek istemiyoruz çünkü Şeyh Hasanlılar dışında dersimde yaşayan Şeyh Hasanlı öncesi aşiretler de bulunmaktadır ve bunlar iç içe geçmiş durumdadır. Bu ayrım yapılmadan hepsini burada göstermek Şeyh Hasanlılara tabi olan ya da olmayan herkesi aynı yapıya koymak anlamına gelir. Şu anda bu konuda çalışma yapılmaktadır. Bu çalışmalar tamamlanana kadar sadece Küçük Şeyh Hasan ve kardeşi Seyyidan kolunu oluşturan Seyyid Ali’nin çocuklarını vermekle yetindik.

Şeyh Hasan Onar hakkında eldeki verilerde genelde İsmail Kaygusuz sonra da İsmail Onarlı’yı kaynak gösterdik. İsmail Onarlı Onar Köyü hakkında en fazla araştırma yapan bir büyüğümüzdür. Fakat iki Şeyh Hasan’ı birbirine karıştırdığından birçok söylemini buraya kafaları karıştırmamak için koyamadık.
Tarihi bilgi ve belgelerde soy şecerelerinde iki Şeyh Hasanın birbiri ile olan bağını gösteren bir belgeye rastlanılmamıştır. Bu tabi ki bizim kesinlikle böyle bir bağ olamayacağı şeklinde iddiamız olduğunu göstermez. Çünkü yeni bulgu ve belgeler bulundukça bilgilerimizin yenilenmesi ile var ise bu bağ çıkacaktır. Yazıda kullanmış olduğumuz bilgiler için sayfa altlarında kaynaklar belirtilmiştir.

Belge ve bilgilerde bu ocakla ilgili birçok sav vardır. Talipleri arasında Kürt, Türk ve Zazalara mensup etnisiteler mevcuttur. Bu yazımızla iki farklı yapıyı birbirinden ayırt etmeye çalıştık.  Bu konuda kitap ve internet ortamında olan karışık bilgiler derlenerek kendi yorumumuzla bilgilere dayanılarak verilmiştir. Bu yazının amacı tekrar etmek gerekirse kendi soy araştırmalarımız sonucu okuyup araştırdığımızda gördüğümüz ortaya çıkan bilgi kirliliğini ortadan kaldırmak ve doğrusuyla yazmaya çalışmaktır. Hatamız var ise bunu bulup düzeltmek boynumuzun borcudur. Sağlıcakla.

Cemal POLAT


KAYNAKÇA

Web Kaynakları:

www.seyhhasanlilar.com
https://www.facebook.com/groups/seyhhasanlilar
http://www.aliseydi-sevim.com/popup/haber-yazdir.asp?haber=940 , Ali Aksüt
http://www.elazig.org/yazdir.asp?id=58 adlı sitedeki Günerkan AYDOĞMUŞ' un yazmış olduğu. Harput Kültüründe DİN ÂLİMLERİ kitabından alınmıştır.
http://members.tripod.com/~zaza_kirmanc/research/martintrk.htm Martin van Bruinessen
http://www.ismailkaygusuz.com
  
Makale ve Kitaplar:

Nazmi Sevgen; “Efsaneden Hakikate”
İsmail ONARLI; "Şeyh Hasan Ocağı Ve Aşireti"
İsmail ONARLI; "Şeyh Hasanlı Aşiretleri Konfederasyonu"
Doç. Dr. Muhammet Beşir AŞAN; "Fırat Kenarında Bir Horasan Ereni Şeyh Ahmed Dede" adlı
Yrd. Doç. Dr. Abdulkadir Kıyak; “HALK DİNDARLIĞI BAĞLAMINDA KUTSAL MEKÂN ANLAYIŞI -Baskil Örneği-“
Ali Yaman; "Hoca Ahmet Yesevi İle Bağlantılı Ve Literatürde Az Bilinen Alevi-Bektaşi Erenleri"
İsmail Kaygusuz; "Şeyh Hasan Onar"
İsmail Kaygusuz; "Onar Köyünün Kurucusu Şeyh Hasan Onar Ve Sekiz Asırlık Büyük Ocak Cemevi Üzerinde Söyleşi"
İsmail Kaygusuz; "Onar Köyünün Kurucusu Şeyh Hasan Onar"
İsmail ONARLI; "Şeyh Hasanlı Aşiretleri Konfederasyonu Oymak Ve Obalarının Yerleşik Yörelerindeki Söylence Ve İnanç Motiflerinin Nesnel Ve Tarihsel Temelleri"
İsmail ONARLI; "Şeyh Hasan Onar ve Seyh Hasanlu Aşireti-Anayuttan Anadolu’ya"


[1] www.seyhhasanlilar.com sitesinden Şeyh Hasan Köyü sayfası.
[2] https://www.facebook.com/groups/seyhhasanlilar ,  Şeyh Hasan Ocağı ve Aşireti Facebook Grubundan.
[3] Nazmi Sevgen; “Efsaneden Hakikate” adlı makalesinden.
[4] Şeyh Hasan Ocağı Ve Aşireti adlı makaleden - İsmail ONARLI
[5] www.seyhhasanlilar.com sitesinden Şeyh Hasan Köyü sayfası.
[7] https://www.facebook.com/groups/seyhhasanlilar ,  Şeyh Hasan Ocağı ve Aşireti Facebook Grubundan.
[8] https://www.facebook.com/groups/seyhhasanlilar ,  Şeyh Hasan Ocağı ve Aşireti Facebook Grubundan.
[9] Şeyh Hasanlı Aşiretleri Konfederasyonu - İsmail Onarlı adlı makaleden.
[11] Fırat Kenarında Bir Horasan Ereni Şeyh Ahmed Dede adlı makaleden, Doç. Dr. Muhammet Beşir AŞAN
[12] http://www.elazig.org/yazdir.asp?id=58 adlı sitedeki Günerkan AYDOĞMUŞ' un yazmış olduğu. Harput Kültüründe DİN ÂLİMLERİ kitabından alınmıştır.
[13] Yrd. Doç. Dr. Abdulkadir Kıyak’ın “HALK DİNDARLIĞI BAĞLAMINDA KUTSAL MEKÂN ANLAYIŞI -Baskil Örneği-“
[14] Hoca Ahmet Yesevi İle Bağlantılı Ve Literatürde Az Bilinen Alevi-Bektaşi Erenleri, Ali Yaman adlı makaleden.
[16] Şeyh Hasan Ocağı Ve Aşireti - İsmail ONARLI adlı makaleden.
[19] http://www.ismailkaygusuz.com/419/550/271-271.html İsmail Kaygusuz. Şeyh Hasan Onar adlı makalesinden.
[20] http://www.ismailkaygusuz.com/410/59-soeyleiler/487-487.html İsmail Kaygusuz. Onar Köyünün Kurucusu Şeyh Hasan Onar Ve Sekiz Asırlık Büyük Ocak Cemevi Üzerinde Söyleşi adlı makalesinden.
[21] http://www.ismailkaygusuz.com/410/59-soeyleiler/487-487.html İsmail Kaygusuz. Onar Köyünün Kurucusu Şeyh Hasan Onar Ve Sekiz Asırlık Büyük Ocak Cemevi Üzerinde Söyleşi adlı makalesinden.
[22] https://www.facebook.com/groups/seyhhasanlilar ,  Şeyh Hasan Ocağı ve Aşireti Facebook Grubundan.
[23] http://www.ismailkaygusuz.com/419/550/272-272.html   İsmail Kaygusuz. Onar Köyünün Kurucusu Şeyh Hasan Onar adlı makaleden. Şeyh Hasan Onar’ın Bahşi Han’ın oğlu, anasının adının Vedduha ve Ahmet Yesevi ile amca çocukları olduğu tamamıyla spekülatif bir önermedir; bunu doğrulayacak ne bir belge ne de kanıt bulunmaktadır. Rahmetli İsmail Onarlı Türk-İslam Sentezi anlayışı çerçevesinde. yazmış olduğu kitabında Şeyh Hasan Onar’a hayali bir ebeveyn bulmuş, anasına da kendi ninesinin adını vermiştir!.
[24] http://www.ismailkaygusuz.com/419/550/272-272.html   İsmail Kaygusuz. Onar Köyünün Kurucusu Şeyh Hasan Onar adlı makaleden.
[25] Şeyh Hasanlı Aşiretleri Konfederasyonu Oymak Ve Obalarının Yerleşik Yörelerindeki Söylence Ve İnanç Motiflerinin Nesnel Ve Tarihsel Temelleri adlı makalesinden, İsmail Onarlı
[26] Şeyh Hasanlı Aşiretleri Konfederasyonu Oymak Ve Obalarının Yerleşik Yörelerindeki Söylence Ve İnanç Motiflerinin Nesnel Ve Tarihsel Temelleri adlı makalesinden, İsmail Onarlı
[27] Şeyh Hasanlı Aşiretleri Konfederasyonu Oymak Ve Obalarının Yerleşik Yörelerindeki Söylence Ve İnanç Motiflerinin Nesnel Ve Tarihsel Temelleri adlı makalesinden, İsmail Onarlı
[28] Şeyh Hasan Onar ve Seyh Hasanlu Aşireti-Anayuttan Anadolu’ya, Şeyh Hasan Ocağı ve Aşireti - İsmail Onarlı adlı makalesinden.

1 yorum:

  1. Titanium Magnetic Wire | TITanium Art
    TITanium Art titanium white fennec has aftershokz trekz titanium created the latest in premium-grade graphite for the high performance and durability of your craft. titanium chopsticks Get titanium belt buckle an exclusive edge with Titanium titanium meaning

    YanıtlaSil